Site icon Rojnameya Newroz

BİR SEVDADIR TİYATRO

Toplum kültürünün aynasıdır tiyatro; büyük bir okuldur. İnsanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır. İnsanı insan eden tiyatro, söze can katar; sözü görüntüye, düşünceyi eyleme çevirir.

BİR SEVDADIR TİYATRO

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Vaiz vaizdir,

tiyatro da tiyatrodur.”[1]

Tiyatro bir sevdadır; ben de sevdalılarındanım.

“Tiyatro” deyince…

‘Bir Delinin Hatıra Defteri’nde Nikolay Vasilyeviç Gogol’ün, “Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir”…

‘Keşanlı Ali Destanı’nında Haldun Taner’in, “İnsanın eski huyu/ Kendine hep bir put yapar/ Oldum bittim böyle bu/ Kendi yapar kendi tapar”…

‘Macbeth’de William Shakespeare’in, “Balık yemek isteyen ancak ayaklarını ıslatmaktan korkan zavallı kedi gibi isteği korkuya köle mi etmek istiyorsun?”

‘Vişne Bahçesi’nde Anton Çehov’un, “Kendilerini aydın diye adlandırırlar ya, hizmetçi kadını ‘Sen’ diye çağırır, köylülere hayvana davranır gibi davranırlar. Doğru dürüst öğrenim görmezler, ciddi hiçbir şey okumazlar, hemen hemen hiçbir şey yapmazlar, bilimin sadece sözünü ederler, sanattan pek az anlarlar. Hepsi ciddidir, hepsinin yüzünden düşen bin parçadır, ciddiyet konusunda hiçbiri burnundan kıl aldırmaz, durmaksızın felsefe yaparlar”…

‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda William Shakespeare’in, “Aşk bütün kötü özellikleri, çirkinlikleri, rezillikleri biçimlendiriyor, erdeme çeviriyor”…

 ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’da Haldun Taner’in, “Madem düşünüyorsun/ Öyleyse yoksun/ Düşünmezler diyarında”…

‘Antigone’da Sophokles’in, “Dünyada birçok korkunç şey var; ama hiçbiri insan kadar korkunç değil”…

‘Sezuan’ın İyi İnsanı’nda Bertolt Brecht’in, “Ey mutsuzlar!/ Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz./ Çığlıklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz./ Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,/ Sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz./ Bok yiyorsunuz!”…

‘Caligula’sında Albert Camus’nün, “Bu dünyanın bir kıymeti yoktur ve bu hakikâti kabullenmeyen özgürlüğüne kavuşamaz,” çığlığını, repliklerini unutmak bir mümkün mü?

* * * * *

Kolay mı?

Toplum kültürünün aynasıdır tiyatro; büyük bir okuldur. İnsanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır. İnsanı insan eden tiyatro, söze can katar; sözü görüntüye, düşünceyi eyleme çevirir.

Yaşam bir tiyatro sahnesiyken; insandan insana bir iletişimdir tiyatro, araya bir aygıt girmeden…

Bertolt Brecht’in, “Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değil dünyanın onunla şekillendirildiği bir çekiçtir,” deyişinden mülhem öğretici, besleyici bir kaynaktır, kültür ocağıdır.

Aşka benzeyen tiyatro yaşamı sahneden seyirciye, seyirciden sahneye taşır. O, insanı kandırmayan, insanı insana en iyi anlatan bir araçtır. Tabir caiz ise, insanlığın kişiliğini oluşturan yerdir. Çünkü tiyatro, eğitir, geliştirir insanı, dünyasının sınırlarını genişletir.

Peter Brook’un, “Tiyatroda kara tahta her an silinir ve üzerine yenisi yazılır. Tiyatro, sürekli devrim demektir,” deyişindeki üzere tiyatro, eğitir, geliştirir insanı, dünyasının sınırlarını genişletir; hayata daha bir demokrat, daha özgürlükçü, daha barışçıl bakmayı sağlar.

Toplumlar üzerinde büyük etkisi olan sanat dallarından tiyatro insanları güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır ve onları bir takım arayışlara yönlendirir. Söze can katar; sözü görüntüye, düşünceyi eyleme çevirir.

Tiyatro kendimizi görme imkânı verir. Tiyatronun yapmak istediğimiz şey, insanlara kendilerini tanıtmak, göstermektir.

Bu özelliğiyle, “Tiyatro tamamıyla siyasidir. Aslında bütün sanat dalları içerisinde en fazla politik olanıdır… Politik tiyatro sadece toplumsal ilişkileri ve politik olayları betimlemez, aynı zamanda sosyalist çizgilerdeki radikal değişim ihtimalini işaret eder. Adaletsizliğin ve otokrasinin (mutlakıyetin) kaldırılması ve yerine daha adil dağılımlı refahın ve demokratik sistemlerin getirilmesi politik tiyatronun başlıca hedefidir,” Michael Patterson’un deyişindeki üzere…

* * * * *

Burada durup; Desiderius Erasmus’un, “Hayat da tiyatro oyununa benzer bir şeydir”;[2] Epiktetos’un, “Bizler bir tiyatro oyunundaki aktörlere benzeriz,”[3] vurgularının altını çizerek sözü Miguel de Cervantes Saavedra’ya bırakalım:

“Tiyatroya ve dolayısıyla tiyatro oyuncularına ve oyun yazarlarına olumlu yaklaşmanı isterim Sancho; çünkü bunların hepsi, adım başı karşımıza bir ayna koyup insan hayatındaki olayları canlı olarak bize göstermekle, halka büyük bir hizmette bulunmuş olurlar; hiçbir kıyaslama, bize ne olduğumuzu ve ne olmamız gerektiğini, oyunlar ve oyuncular kadar canlı bir şekilde gösteremez.”[4]

Kolay mı?

“Tiyatro demek, kardeşlik demektir. Tiyatroda kimse kimseye kötü gözle bakamaz.”[5]

“Gerçek sanatçılar ancak sanat için, tiyatro için var olurlar.”[6]

Bir şey daha: “Halkın tiyatroya gelemediği bir ülkede ‘halk için tiyatro’ olmaz,”[7] demeden; William Shakespeare’den aktaralım:

“Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak.”[8]

“Dünya, büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahneyi terk eder,” diyen William Shakespeare’in oyunlarında insanlığın sahip olduğu tüm duygular sırayla anlatılır. Fakat asıl ağır basan hüzün ve kederdir.[9]

Gerçekten de Ayşegül Yüksel’in, “İncil’den sonra en çok okunan yapıtlar onunkilerdir,”[10] notunu düştüğü William Shakespeare’in oyunları, bütün oyun kişilerinin haklı olduğu, karşılaştıkları kavşaklarda birbirleriyle çatıştıkları, kimi zaman acı çektikleri, kimi zaman acı verdikleri ve adil bir sonuca vardıkları ortamlar olarak karşımıza çıkıyor. Ayşegül Yüksel’in Shakespeare’in çözümü olarak altını çizdiği şey “şiirsel adalet”tir. Bu adalet bazen ilahi ama daha çok “insani” ve “dünyevi”dir.

O, Batı tiyatrosunun doruğudur… Muhsin Ertuğrul’un Shakespeare için söylediği “Shakespeare insansa ben neyim? Ben insansam Shakespeare ne?” sözüyse Shakespeare’e hayranlığının bir yansıması olarak karşımıza çıkar.[11]

Elbette soru(n)larıyla ve yerel tiyatronun (ile sinemanın) önemli isimlerinden Muhsin Ertuğrul’un,[12] “Tarih, tiyatrosuz yükselmiş bir millet gösteremez,” deyişindeki üzere…

* * * * *

Yeri gelmişken hatırlamak gerek: Tiyatro ustalarıyla müsemmadır.

Mesela “Tiyatro elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor,” diyen Haldun Taner gibi…

“Hikâyeci Haldun Taner, denemeci, gazete yazarı Haldun Taner, oyun yazarı, tiyatro adamı, üniversite öğretim üyesi… Hepsinde büyük başarıya imza atmış”tı[13] O…

‘Keşanlı Ali Destanı’ (1964), ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ (1964), ‘Bu Şehr-i İstanbul ki’ (1968), ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ (1969) ve daha pek çok oyun…

Haldun Taner 1967’de kuruluşuna ön ayak olduğu, Zeki Alasya’lı, Metin Akpınar’lı, Ahmet Gülhan’lı ‘Devekuşu Kabare Tiyatrosu’ ile de dönemin tiyatrosunda iz bıraktı…

Kolay mı?

Hakkında; “Haldun Bey sadece tiyatronun, edebiyatın, sanatın değil, bugün ‘bir zamanlar İstanbul…’ dediğinizde aklınızda uyanan her türlü çağrışımın da simgesiydi. Can Yücel ne güzel söylüyor, ‘Haldun Taner’e’ şiirinde: ‘Baktım sana Yahya gibi Teşvikiye’den/ Çimler seni etmiş olmalı ki teşvik/ Küplüceye (taa) gidiyordun…/ Yürüyordun aramızda/ Yürüyordun aramızdan…/ Giderayak/ Sen belki de/ İnsan Haldun/ Çokbigüzel/ Çokbigüzel/ Çokbigüzel/ Yepyeni bir İstan-buldun,”[14] dedirten bir ustaydı…

Eşi Demet Taner’in, “O, her şeyden evvel bir filozof bence… Bütün yazılarında toplumu yönlendirici ama didaktik olmayan bir üslubu vardır. İnsana çok değer verdiği için, bu yazılarını daha değerli kılıyor,”[15] demesi boşuna değildi.

“Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil” diyendi Haldun Taner usta…

* * * * *

Sonra; “Tiyatronun seyircisine doğru tuttuğu ayna, onların düşkünlüğünü, dayanıksızlığını, eksikliğini, yetersizliğini istenç zayıflıklarını ve aşırı güçlü tutkularını dizginleyememelerinin nelere yol açabileceğinin ifadesidir,” diyen Üstün Akmen…

72 yaşında kaybettiğimiz O -geçirdiği kriz sonrası- kalbine yenik düşmüştü.[16]

Tiyatronun her cephesinde “Kılıcı kalem olan şövalye”[17] diye anılan “Üstün Akmen’in bir oyuna gitmesi o oyundaki oyuncular için bir heyecan konusudur. Acaba nasıl yazacaktır?”[18] diye…

Zeynep Oral’ın, “Yalnız tiyatroya değil yaşama da tutkuyla bağlıydı… Üstün Akmen karanlığın, acımasızlığın, hoyratlığın kol gezdiği zamanlarda bir eylem adamıydı. Özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları için verdiği mücadeleden dolayıdır,”[19] sözleriyle anlattığı Onun hakkında; Ali Poyrazoğlu, “Çağının tanığı, cesur bir adamdı,”[20] derken; “Çalışkanlığı, kültür sanat öncülerine destek vermek için gösterdiği çabası, yazdıkları, kitapları, ülkesinin ve insanlığın aydınlığı için ortaya koyduğu eylemleri, protestoları, hakkında açılan davalar nedeniyle mahkeme kapılarında nöbet tutuşu, AKP iktidarına boyun eğmez dik duruşu, aydın tavrı, İstanbul dışında tiyatro yapanlara verdiği destek”le[21] hatırlıyordu Üstün Akmen’i dostu Yaşar Ersoy da.

Kolay mı?

O, tiyatro eleştirileriyle, tiyatro sanatına ve oyunculara sahip çıkarken, aynı zamanda tiyatroya ve sanata yapılan tüm müdahalelerin, sansürlerin karşısında durarak bu alandaki mücadelenin öncülerinden biri olmuştu. Devletin kültür politikalarını yakından takip eden Akmen, Eski Kültür Bakanı AKP’li Ömer Çelik’e yazdığı eleştirilerden dolayı biri ceza, ikisi tazminat olmak üzere üç hakaret davasıyla boğuşmak zorunda kaldı.

‘Çarşafın Gizlediği Dişilik’, ‘Suçsuz Laleler’, ‘Bir Günlük Dost’, ‘Kör Bakkalın Gözleri’, ‘… Veee Perdeee…’, ‘Yârim Nereyi Mesken Tuttun’, ‘Üçüncü Zil’, ‘Provasız Yaşam’, ‘Maskenin Öteki Yüzü’, ‘Yüzde 100 Tiyatro’, ‘Tiyatroda Ayna Var’ ve ‘Yazı Uçtu Sahneye Kondu’ başlıklı yapıtlara imza atan “Üstün Akmen yalnız tiyatro eleştirmeni değil karanlık günlerde tiyatro sanatının üstüne çöken isi dağıtmaya çalışan bir savaşçıydı.”[22]

“Sanat korkakların işi değildir. Hele tiyatro hiç değildir,”[23] diyen Onu 31 Ekim 2015’de yitirdik; ve Üstün Akmen bizden mezar taşına Friedrich Nietzsche’nin şu şiirinin yazılmasını istedi:

“Öyle bir hayat yaşadım ki/ Cenneti de gördüm cehennemi de/ Öyle bir aşk yaşadım ki/ Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de

Bazıları seyrederken hayatı en önden/ Kendime bir sahne buldum oynadım/ Öyle bir rol vermişler ki/ Okudum okudum anlamadım/ Kendi kendime konuştum bazen evimde/ Hem kızdım hem güldüm hâlime

Sonra dedim ki ‘söz ver kendine’/ Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin/ Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin/ Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin/ Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin

Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım/ Öyle çok değerliymiş ki zaman/ Hep acele etmem bundan, Anladım…”

* * * * *

Ve yitirdiğimiz Yılmaz Onay, Başar Sabuncu, Sevda Şener, Tuncer Cücenoğlu’nun ardından…

10 Ocak 2018’de, 81 yaşında yitirdiğimiz Yılmaz Onay…

‘İşçi Sınıfının Açık Oturumu’ (1978); ‘Tren Gidiyor’ (1984); ‘Bu Zamlar Bana Karşı’ (1985); ‘Dev Masalı’ (1985); ‘Şarkılarımız Ölmesin’ (1985); ‘Karagöz’ün Muamması’ (1985); ‘Arafta Kalanlar’ (1985); ‘Sanatçının Ölümü’ (1986); ‘Kara Dul Efsanesi’ (1991); ‘Kara Kedi Geçti’ (1992); ‘Hücre İnsanı’ (1992); ‘Prometheia’ (1993); ‘Üç Kuruşluk Mahalle Dersleri’ (2009) oyunlarıyla müsemmaydı…

Yılmaz Onay, 12 Eylül’de sıkıyönetim mahkemeleri tarafından yargılandı, gözaltına alındı.

Haluk Ortaç, Onun Türkiye’de işçinin mücadelesine sanatın ruhunu taşıyan kişi olduğunu belirtip çalışmalarına son nefesine kadar devam ettiği vurgusuyla, “Eğer bugün işçi sınıfında sanat ve sanatın izleri varsa onun sayesindedir. Türkiye’de 1978 yılında İşçi Kültür Derneği ile birlikte İşçi Sanat Tiyatrosu’nu kurmuştu. Onun Türk edebiyatında ve işçi sınıfında bıraktığı izler asla silinmez,”[24] diye tanımlamıştı ve haksız da değildi…

Yıl 1980: Her baskı döneminde ilk tokadı sanat yiyordu. 12 Eylül İstanbul Şehir Tiyatrosu’nu da vuracaktı. 1402’likler “vatan haini” olarak tiyatrodan atılırlarken aralarında Başar Sabuncu da vardı.

O; Zeynep Oral’ın, “Bütüncül tiyatroyu seçtin. Toplumsal yaşamla tiyatroyu bütünledin,”[25] diye tarif ettiğiydi; oyun ve senaryo yazarı, tiyatro ve sinema yönetmeni, çevirmen, sahne tasarımcısıydı…

18 Haziran 2015’de,73 yaşında yitirdiğimiz Başar Sabuncu, incelikli Sheakespeare çevirileriyle tanınmış ve 1962 yılında, henüz 19 yaşındayken yazdığı ‘Kargalar’ başlıklı oyun Devlet Tiyatroları tarafından sahneye konulmuştu…

1960’lı yıllarda TRT Ankara Radyosu tiyatro bölümünde görev aldığı dönemde aralarında ‘İlyada’, ‘Don Kişot’, ‘Goriot Baba’nın bulunduğu 18 eseri oyunlaştırılan O; 12 Mart darbesinin ardından bir süre Fransa’da yaşamak zorunda kalmıştı…

Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nün ilk öğretim üyelerinden, yazar, eleştirmen, “hocaların hocası” Sevda Şener’i ise 22 Temmuz 2014’de yitirmiştik.

Şöyle derdi O: “Dikkatleri en çok, yıllanmış büyük oyuncularımızın heyecan verici başarılarına, oyunlarının belki hiç sahnelenmeyeceğini, sahnelense bile hak ettiği özeni görmeyeceğini bile bile oyun yazmayı sürdüren yazarlarımıza, bu sanattan umut kesmeden ona taze kan aşılamaya çalışan genç sanatçılara, tiyatro sanatı üstüne araştırma yapmayı sürdüren bilim insanlarına, az satacağını bile bile tiyatro kitaplarını yayımlamayı göze alan yayıncılara, tiyatro dergilerini yaşatmayı başaranlara, (…) sözünü esirgemeyen eleştirmenlere çekmek istiyorum. İlgili ve yetkili kişiler umursamasalar da, en azından ülkemizde sanat duyarlığı olan, sorumluluk sahibi, yürekli insanların yaşamakta olduğunu anımsayıp iyimser olmaya çalışmak için…”[26]

Ya Tuncer Cücenoğlu?

Neşe Doster’in, “Düşüncelerini sağlıklı, anlaşılır bir dil kullanarak ortaya koyan usta yazarın; dilinin akıcılığını, çok okunan ve çok oynanan eserlerinin 32 dile çevrilmesini, yaban ellerde sahnelenmesini” vurguladı Onun hakkında Ayşe Emel Mesci, “Tuncer Cücenoğlu, son anına kadar oyunlarıyla, tiyatroyla, daha aydınlık bir Türkiye’de yaşama meselesiyle uğraştı,” diyordu.[27]

* * * * *

Ve nihayet -çeşitli eleştirilerin muhatabı olsa da![28]– “Tiyatro insanın kendisidir. İnsan kadar eski olan. Tiyatro, içindeki oynama duygusu. İnsan var oldukça, tiyatro sanatı da var olacaktır. Çünkü tiyatro sanatı insana bakar. İnsandan yola çıkarak, Dünyayı evreni anlamaya çalışır. İnsanın kendisini değiştirmesini ister. Yaşamın içinden, çağın içinden geçmesini ister. İnsan var oldukça her dönemde her devirde var olacaktır,” vurgusuyla; “Tiyatro bir mikroskoptur. O mikroskop ile baktığımızda, yamuklukları, bakterileri, hem bizi hem de toplumu zehirleyen mikropları daha net görebiliriz,”[29] diyen Ali Poyrazoğlu…

Bir de; “O bir ‘efsane’… ‘İncelikli oyuncu’ydu,”[30] diye anılan Müşfik Kenter…

1980’lerden sonra, tek kişilik oyunlarla ilginç bir çıkış yaptı. Daha önce Aziz Nesin’in ‘Çiçu’sunu yorumlamış olan sanatçı, tek kişilik sunumlarını, Amerikalı avukat Clarence Darrow’u canlandırdığı ‘Savunma’ ve ünlü Hollandalı ressamın portresini çizdiği ‘Van Gogh’ yanında, Talat Sait Halman’ın William Shakespeare’den kurguladığı ‘Kahramanlar ve Soytarılar’, Oğuz Aral’ın yarattığı ‘Huysuz İhtiyar’ çalışmalarıyla çoğaltıp sahne çalışmalarına katıyordu. Orhan Veli’den Murathan Mungan’ın sahneye uyarladığı ‘Bir Garip Orhan Veli’ ile başlayıp Nâzım Hikmet’in ‘Kuvayı Milliye’sine ulaşan şiir- tiyatro serüveni boyunca, şiiri sanki o anda ozanın zihninden dökülüyormuşçasına dillendirişindeki ustalığı izleyebilmiş olanlar şanslıydı…

Sonra da “Tiyatroyu sevmek lazım. Ben tiyatronun tozunu seviyorum, kokusunu seviyorum, sahneye çıkıp şöyle bir baktığım zaman bütün dünyayı kucaklıyormuşum gibi geliyor,”[31] diyen Yıldız Kenter…

Ben hepsini ve daha fazlasını sevdim; haksız da değildim hani…

14 Ekim 2019 19:35:23, İstanbul.

N O T L A R

[1] Lev Nikolayeviç Tolstoy, Diriliş, Çev: Metin Celâl, Oda Yay., 1999.

[2] Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, çev: Yücel Sivri, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2016, s.36.

[3] Epiktetos, İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar, Beta Yay., 2015, s.27.

[4] Miguel de Cervantes Saavedra, Don Quijote, Çev: Hacer Güneyligil, Oda Yay., 2003.

[5] Sait Faik Abasıyanık, Kumpanya, Yapı Kredi Yay., 2011, s.5.

[6] Ivan Sergeyeviç Turgenyev, Klara Miliç, Çev: Ceren Durukan Akyüz, İş Bankası Kültür Yay., 2018, s.45.

[7] Aziz Nesin, Memleketin Birinde, Bilgi Yay., 1966, s.20.

[8] William Shakespeare, Hamlet, Çev: Yeşim Mısırcı, Parola Yay., 2014, s.77.

[9] Elif Tanrıyar, “Shakespeare’i Nasıl Bilirsiniz?”, Cumhuriyet Kitap, No:1441, 28 Eylül 2017, s.4.

[10] Ayşegül Yüksel, William Shakespeare: Yüzyılların Sahne Büyücüsü, Habitus Kitap, 2017.

[11] “Hasan Erkek, “Shakespeare’in ‘Sırları’…”, Cumhuriyet Kitap, No:1475, 24 Mayıs 2018, s.12-13.

[12] Mesut Kara, “Muhsin Ertuğrul ve Sinema”, Evrensel, 11 Mart 2018, s.7.

[13] Selim İleri, “Haldun Taner’i Anmak”, Hürriyet Kitap Sanat, Yıl:1, No:33, 15 Eylül 2017, s.8.

[14] Ayşe Emel Meci, “Yepyeni Bir İstan-buldun”, Cumhuriyet, 7 Mayıs 2018, s.15.

[15] Özlem Özdemir, “Haldun Taner, Her Şeyden Evvel Bir Filozof…”, Birgün Pazar, Yıl:12, No:457, 13 Aralık 2015, s. 16-17.

[16] “Üstün Akmen Kalbine Yenildi”, Milliyet, 2 Kasım 2015, s.28.

[17] Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, “Üstün Akmen Unutulmaz Eserleriyle Yaşayacak”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.12.

[18] Fatih Polat, “Üstün Akmen’in Varlığı Güven Demekti”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.9.

[19] “Üstün Akmen Tiyatro Sahnesinden Uğurlandı”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.12.

[20] Ali Poyrazoğlu, “Çağının Tanığı, Cesur Bir Adamdı”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.12.

[21] Yaşar Ersoy, “Çok Teşekkürler Üstün Akmen”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.12.

[22] “Eren Aysan: Kalemi Cesur Bir Şövalyeydi”, Evrensel, 2 Kasım 2015, s.11.

[23] Aktaran: Zeynep Oral, “Bu Akşam Kadehimi Üstün Akmen’e ve Direnmeye Kaldırıyorum!”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2015, s.16.

[24] “Tiyatronun Usta Adı Yılmaz Onay Mücadele İnsanıydı”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2018, s.16.

[25] Zeynep Oral, “Başar Sabuncu ya da Yaşasın Tiyatro!”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2015, s.22.

[26] Aktaran: Ayşegül Yüksel, “Ölümünün 5. Yılında Sevda Şener’le”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2019, s.17.

[27] Adnan Binyazar, “Tuncer Cücenoğlu”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2019, s.13.

[28] “Ali Poyrazoğlu’nun yarattığı ve ‘Taşaklıyan’ soyadını verdiği, ilk bakışta seks düşkünü, ahlâk yoksunu hafif meşrep Ermeni karakteri… İnsanı güldürmenin, komedinin dezavantajlı gruplar üzerinden, dahası bunun son derece kaba ve gurur kırıcı bir yol izlenerek yapılması Türk tiyatrosu ve sineması için yenilik değil…

Poyrazoğlu’nun yıllarını tiyatroya vermiş, sevilen, başarılı, usta bir sanatçı, ayrımcılık yapacak ‘son kişi’ olması hatta Ermenileri çok sevmesi bile, bu yapılırken ‘fark edilmeyen’ ırkçılığı yok saymamızı, sineye çekmemizi gerektirmiyor.” (Alin Ozinian, “Poyrazoğlu’nun Taşaklıyan’ı”, 11 Ekim 2019… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/ali-poyrazoglu/poyrazoglunun-tasakliyani)

[29] Hakan Cerrahoğlu, “Hayatın Anlamına Gülücükler Katan Adam”, Birgün, 26 Mart 2018, s.15.

[30] Ayşegül Yüksel, “O Artık Bir ‘Efsane’…”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2017, s.16.

[31] Aktaran: Ceren Çıplak, “Tiyatro Deşifre Eder”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2018, s.15.

Exit mobile version