Katalonya’nın da bir kere daha doğruladığı üzere bastırılmış, daha doğrusu sömürgecilerce bastırıldığı sanılan “ulusal sorun”lar, tarihsel kimlikler ve kinler, asla silinmez. Sadece hafif ya da derin uykuya dalar ve en küçük bir sosyal tıkırtıda, dipdiri ayağa kalkarlar; eşitlik ve özgürlük temelinde çözülmediği sürece!
Kapitalist hiyerarşi ve baskının temel başarısı, insan yerine konmayanları, bunun doğal olduğuna inandırmalarıdır ki, coğrafyamızda da olan budur. Söz konusu tabloda iktidarla ittifak hâlindeki dini cehalet önemli bir rol oynarken; ezilen çoğunluğa itaat dayatılmıştır.
Coronavirüs yoksulları ve çalışanları ve dahi çalışan yoksulları daha kötü vuruyor ve daha çok öldürüyor. Öldüremediğini, daha da yoksullaştırıyor. Virüs akıllı diyemesek de yoksulluğun daha öldürücü olduğunun farkında!
Yeri geldi aktarayım: Edebi anlatı sizi bir sesten diğer seslere taşır. İyi bir edebiyatçı ise her şeyi gören, hissedendir. Yani yazar, insansız hiçbir şey olmaz diyendir. Onun/anlatısının var olduğu dünya, hayata ve hayatına dair her şey anlatısının dokusunu var eder.
Ergin Doğru’nun ‘Ateşten Yaşamlar’ını okuduktan sonra ölümle yaşamın, cesaretle korkunun, çaresizlikle umudun nasıl kol kola olabileceğini; inançla mücadelenin insanîliğini; direnişi gördüm. Sanıyorum ki ‘Ateşten Yaşamlar’ tüm bunların toplamını olanca netliğiyle yazan direnenlerin romanı…
Kapitalist sistem bu boş zaman için yarattığı alternatifler muazzam derece çoktur. Hepsi tüketime dairdir. Bunlardan biri şüphesiz futboldur. Futbolu elbette yalnızca tüketimle değil bir afyon olarak da açıklayabiliriz.
Kaygı ve korku arasındaki topluma dayatılan ötekileştirilme ile olacak şeylerden duyulan korku, yerini olabilecek şeylerden duyulan korkuya bırakırken; egemen iktidarın hakikâti eğip bükmesine “Dur” diyebilmek için Hrant’ı bir kere daha düşünüp, kavramak önemlidir.