Yaşanan başarısız darbe girişiminin ardından yanıtı aranan birden fazla soru var. Darbeyi kim organize etti, arkasında hangi dinamikler var? Siyasal sonuçları ne/neler olur? Olay daha yeni, süreç içinde hem daha iyi anlayacağız hem yol açacağı sonuçlara daha net bakabileceğiz. Şimdilik birkaç açıdan irdeleyebiliriz.
I – “Zaferin bin babası var yenilgi öksüzdür”
Öncelikle yaşanan darbe girişimi bir “oyun” olduğu kanaatinde değiliz. İşin içerisinde Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay başkanı yaverine varana kadar yer almışlarsa oyun görülemez. Olay maceracı birkaç askerin işi olmadığı gibi, her olayın sorumlusu olarak sunulan “FETO örgütü yaptı” da denilemez. Darbe girişiminde TSK’nin farklı kademelerinde yer alan subaylar ve bunların içerisinde Gülenci de var ancak bundan kalkarak “Gülenciler girişti” söylemi fotoğrafı açıklamaktan uzak.
Darbe girişimi ilk baştan başarılı seyretseydi yapanların listesi hızla genişleyecekti, “ben daha çok içerisindeydim” yarışı olacaktı. Başarısız olunca yapanların listesi tersine hızla erimeye ve planlayanlar bile “haberim yoktu” veya “tatbikat için oraya çağrıldığımızı biliyorduk” filan demeye başladılar. Kısacası başarısız olunca darbe öksüz kaldı!
Aynı yaklaşım darbenin arkasında kim var sorusunu da izah eder. Genel kural olan “zaferin bin babası var yenilgi öksüzdür” deyimi sorunun yanıtını en özlü ifade eder. Başarılı olsaydı arkasında olanların listesi uzayacak, özellikle “kanla kurmuştuk bu Cumhuriyeti, kanla savunduk bu demokrasiyi” diye yazan Ertuğrul Özkök başta olmak üzere “demokrasi kazandı” nutuklarını atanların çoğu bu kez tersini yazarak AKP’nin memleketi uçuruma sürüklediğini, darbeden başka çare kalmadığını anlatacaklardı.
Darbe başarısız oldu, olmaya da mahkûmdu. Darbenin başarısız olmasının birinci nedeni, ABD, AB ve büyük sermayenin desteğini almamış olması ve dolaysıyla Genelkurmay’ın yani emir komuta zincirinin dışında gerçekleştirilme arayışıdır. ABD ve NATO’nun az çok desteğini almamış TSK’nin başarılı bir darbe gerçekleştirmesi zaten mümkün değildi.
Başarısız olmasının diğer nedeni ise birinci nedenin de etkisiyle halkın, iktidar ve polisin Cami desteğinde yaptığı çağrıya uyarak sokağa çıkmasıdır. Ancak, yüzde 50 oy almış ve İslami militan gelenekten gelen AKP iktidarına, Meclisteki dört partinin de “darbeye karşıyız” ortak açıklamalarına ve de toplumun sokağa çağrılmasında camilerin propaganda aracı olarak kullanılmasına hatta MİT ile emniyet teşkilatının silahlı korumasına rağmen beklenen milyonlar sokağa inmedi. Örneğin Taksim Gezi direnişinin kitlesel katılım ve militanlığı ile kıyaslandığında darbe karşıtı kitle cami, hükümet ve polisi arkalamasına rağmen zayıf kaldı.
Başarısız darbe sürecinde şu tablo da ortaya çıktı; darbecilerden çok darbe beklentisi içerisinde olan Erdoğan, Hükümet ve denetimlerinde ki emniyet teşkilatı hazır kıta beklemiş. Çünkü darbe saatlerinde otomatiğe basılmış gibi bu üçlü Camiyi de arkalayarak harekete geçti. Ordu, Yargı, polis ve sivil bürokraside kitlesel gözaltı ve tutuklamalar anında başladı halen de devam ediyor. Demek ki listeler önceden ellerindeymiş! Yoksa hemen aynı saatlerde başlayıp devam eden on binlerce asker, yargıç, öğretim görevlisi, devlet memurun görevden alınma listelerini bile bu kadar kısa sürede yapamazlardı.
Erdoğan’da “Eninde sonunda şu anda bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfüdür. Çünkü bu silahlı kuvvetlerimizin temizlenmesine sebep olacak. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesinde böyle bir adımın atılması manidardır” diyerek ön hazırlıklı olduklarını ilan edecekti.
II – Askeri darbeye karşı tutumda net olmalıyız.
Öncelikle askerin, sivil siyasete tank ve toplarla müdahalesinin karşısındaki tavrımız nettir, askeri darbeye karşıyız. İlki, askerin siyasete silahlı müdahalesine ilkesel karşı oluşumuzdan; ikincisi, her askeri darbenin ardından halkımızın ulusal özgürlük mücadelesi ile işçi, emekçilerin kurtuluş mücadelesinin ağır darbe aldığı gerçeğinin bilincinde olmamızdan. Yapılan askeri darbelerin ilk beyanlarından hemen sonra saldırının hedefine Kürt halkı ve sınıf mücadelesini koymuş olduklarını çokça yaşadık. Darbe başarılı olsaydı ilk yumruğu Erdoğan ve AKP yiyecekti bu doğru. Ancak hemen devamında kalıcı esas saldırı, Kürt ulusal hareketine ve Türkiye sosyalist hareketine yapılacaktı.
Darbenin başarısız olması üzerine yurtsever, ilerici, demokrat güçler rahat bir nefes almışken aynı süreçte başarısız darbe sonrası AKP hükümetinin yaptıkları da toplumu nefes alamayacak hale getirerek yeni darbelere zemini kendi eliyle hazırlayabilir!
Darbenin daha bastırılması sürecinde yaşanan iki gelişme düşündürücüdür. Biri Hükümetin askeri darbeye karşı camiyi arkalayarak polisi aktif güç olarak öne çıkarması. Diğeri milli eğitimde 15 bin 200 personel; YÖK’te, 1176’sı devlet, 401’i vakıf üniversitelerinde görev yapan 1577 dekan; Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 492, MİT’te 100; Maliye bakanlığında bin 500 görevli; içişleri bakanlığında 8 bin 777 personel olmak üzere toplamda 49 bin kamu görevlisinin görevinden uzaklaştırılması; MGK’da idamların ve olağanüstü hal uygulamasının yeniden getirilmesinin tartışılması; sokaklarda estirilen terör ….. halklara nefes aldırmayacak faşizan uygulamalardır.
Tüm bunlar AKP iktidarının din motifli polis devletini güçlendirme yöneliminin ciddi işaretleridir. Beş günden beri sokak yürüyüşlerinde bayraklı, cübbeli, sarıklı, sancaklı ve ırkçı sloganlarla yürüyen sınırlı kitlenin polis gözetiminde terör estirmesi bu açıdan endişe verici. Kısaca özetlediklerimden hareketle “milletin demokrasi destanı yazdığı bir sabaha uyandık” demek koca bir aldatmaca olur. Darbe girişimi öncesi zaten burjuva demokrasisi büyük ölçüde rafa kaldırılmıştı, başarısız girişim sonrası var olan demokrasi kırıntılarını da hükümet kaldırmada kararlı görünüyor.
“Demokrasiye bağlılık yeminlerine” gelince, darbe başarısızlığı kesinleşince generallerden, gazetecilerden, sivil birey, kurumlardan gelen “demokrasiye bağlılık” yemini gerçeği yansıtmıyor çünkü demokrasiye değil iktidara, Reise bağlılık dile getirildi.
III- Asker merkezli devletten polis merkezli devlet hedefine geçişe dikkat!
Emirleri yerine getiren erlerin kemerle kırbaçlanıp hırpalaması hatta linç edilmeleri, polisin subay ve generallere yaptıklarının döne döne basında teşhir edilmesi; darbeye karışan askerlere medyanın “hain, alçak” kavramıyla saldırmaları, Diyanet Başkanlığının “cenaze namazlarını kılmayız” açıklamasına “kendi meclisini bombalayan Türk askeri” imajı eklendi. Bunlarla Ordu bilinçli olarak itibarsızlaştırıldı bu devam ediyor. Aynı süreçte polis teşkilatına ise tam tersine “vatan kurtaran kahraman” muamelesi yapılmakta. Ordunun yıpranması iyi ama polisin “demokrasi ve memleket kurtaran kahraman” olarak sunulması kötünün kötüsü!
“Fethullahçıları temizliyoruz” adı altında AKP ve Reisçe muhalif, “uygun olmayan” herkesin Ordu, yargı, üniversite ve bürokrasiden temizlenirken oluşan boşluğu AKP’nin kendi kadrosu ile dolduracak olması, engellenen askeri darbenin yerine sivil darbeyi yerleştirme, polis devletine gidişin önemli adımları görülmeli.
Şunu da not edelim; Erdoğan ve AKP zaten bir süreden beri Ergenekon ve balyozcularla uzlaşmıştı. Ordudaki büyük temizlik ve belirttiğim güçsüzleşme Erdoğan ve AKP’nin Ergenekoncularla birliğini derinleştirir mi? Ergenekon davasına bakan savcı ve hakimlerin şimdi tutuklanmaları bu açıdan mesajlarla yüklüdür! Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı deme misali Ergenekoncular şimdi Erdoğan ile hesaplaşmayı sonraya bırakarak “Ordunun toparlanması” için uzlaşır mı? Ve bunlar sonraki hesap olarak TSK’nın “darbe öyle yapılmaz böyle yapılır” hedefine zemin sunar mı? İzleyip göreceğiz.
Hükümet çok yönlü saldırılarını sürdürürse, AKP’ye olan halk desteğinin zayıflamasının yanı sıra gelecekte polis asker çatışmasını da derinleştirebilir. Toplum, laik-Kemalist Ordu ile polis-cami destekleyicisi temelinde ayrışabilir. Ayrışma ise devletin kırılganlığını derinleştirir ve ulusal özgürlük mücadelesine yeni imkanlar sunar, tabi değerlendirebilirsek.
Dün Ordunun etkin olduğu devlet yapılanmasında demokrasi kadüktü, bugün ise Diyanet ve Polisin ön planda olduğu iktidar dokusu ile mevcut sınırlı demokrasi ve laik rejim kuşatılıyor. Dün asker ağırlıklı devlette, Türk ordusunun geçmiş dokusu itibarıyla “yukarıdan dayatma ile giydirilen laik elbise” kaygıları ön palandayken; operasyonel gücünü polisin oluşturduğu Diyanetin kitleleri harekete geçirmede etkin rol üstlendiği, bunların etkin bir şef ile de ahenk içerisinde hareket ettiği, bununda ötesinde şefin her sözünün talimat kabul gördüğü şimdiki siyasal iklimde sadece laisizm tehlikede değil, burjuva demokrasinin kırıntıları bile kuşatılmış olacak.
Mesele şudur: yarı yolda kalan darbe (iyi ki de kaldı) üzerinden iktidar ve Erdoğan “fırsat bu fırsat” diyerek polis devleti yönelimini güçlendirmek istiyor. Darbeye yönelenler demokrasi cephesinde olmadığı gibi, iktidar kanadı ile Reis de demokrasi cephesini temsil etmiyor. Reis, bastırılmış darbe girişiminin muzaffer komutanı edasıyla kayıtsız şartsız herkesten teslimiyet, sadakat bekliyor. Darbe girişimin bastırılmasıyla sivil faşist ve bilumum militan İslami grupların sokakları terörize etmeleri ve hergün “Cumhurbaşkanımızın ikinci emri gelmeden toplanmaya devam” şeklinde cep telefonlarına kadar gelen mesajlar olmasaydı darbenin geriletilmesi AKP’nin demokrasi hanesine yazılabilirdi fakat, faşist rejimlerde ancak görülebilecek temizlik hareketi ile sokaklarda yaşanan terör dalgası AKP’nin burjuva demokrasisini bile temsil etmediğinin göstergesi oldu.
AKP demokrasi gücü değil, aksine demokrasi mücadelesinin hedefidir. AKP ile demokrasi üzerinde uzlaşma sağlanamaz çünkü çoktandır demokrasinin katleden AKP’nin kendisi. Çoktandır AKP’nin çekirdek kitlesi gitgide otoriterleşmenin ötesinde yeşil faşizme evirilen Reis ile iktidarının gönüllü sokak milisleri karakterini ediniyor. Çoktandır “demokrasi savunan” kitlelerden kendileri gibi olmayanlara karşı öfkeli kalabalıklara dönüşüyorlar.
IV – Sokak gösterileri yine esas Kürtleri, ilericileri, Alevi halkını hedef aldı
Beklenen düzeyde olmasa da halkın sokaklara çıkması önemlidir, bir kere sokağa kitlesel çıksın gerisi gelir. Hele birde “peygamber ocağı” askere karşı sokağa çıkıyorsa yarın polis devletine karşı haydı haydı sokağa çıkar.
Halkın sembolikte olsa tankların üstüne çıkması önemlidir çünkü, Türk Sünni halkı Ortaasya’dan göç ettiğinden beri önce kendi askeri şeflerine sonra devlet ordusuna karşı asla baş kaldırmamıştır. Zira yaban elde kendi askeri şeflerine ya da ordusuna başkaldırsa “sonum ne olur” kaygısıyla, dövülse de sövülse de “kol kırılır yen içerisinde kalır” yaklaşımıyla davranmıştır. Bu kültürün yıkılması iyidir lakin yerini polis devletinin doldurması kötünün kötüsü.
Darbenin başarısız olmasıyla nefes alan halklar, ilerici, demokratik güçler bu kez bir yandan hükümetin büyük temizlik harekâtı diğer yandan sokağın kör bıçak tehdidi gibi çifte saldırı ile yüzleşti ki bu geçici, anlık bir tehdit de değil. Köprüde asker boğazı kesen o kitle Kürtleri, Alevi’yi, sosyalisti ise tereddütsüz kör bıçakla keser.
Darbeye karşı sokağa çıkmış ya da çağrılmış kalabalıkların tamamını faşist, ırkçı, cihatçı kitle olarak tanımlamak yanlıştır. Fakat darbenin başarısızlığının kesinleşmesi ile ana kitle sokaktan çekilince, AKP, MHP’nin vurucu militan çekirdeği ile iç içe IŞİD’çi, El Nusracı, Hizbullahçı kadroların başçekiciliğinde sokaktaki kör bıçağın oluşturacağı tehdit somutlaştı.
Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokaklara dökülen kitlede, ilk saatlerde darbe karşıtlığı tutum belirleyiciyken, kısa sürede darbenin başarısızlığının anlaşılması üzerine sokaktaki kitlenin ırkçı, cihatçı kitleye doğru daralıp zayıflamasıyla paralel hedefe her zamanki gibi Kürtler ve Aleviler, sosyalistler konuldu. Cumartesi sabahından itibaren polisin de göz yumup müdahale etmemesi (ki edemez çünkü iktidar ve cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırmış) sonucu faşist, İslami faşist, bilumum gerici-yobaz ve milliyetçi kitle her zamanki gibi Kürtleri, Alevileri ve komünistleri hedef aldı. Halen de aynı kitle sokaklarda saldıracak hedef arıyor.
Cumhurbaşkanının “emriyle” günlerdir sokaklarda terör estiren kitle ve hükümetin icraatları düşünüldüğünde darbe karşısında çıkarılacak dersin demokrasi olacağının en ufak bir ipucu yoktur. Sokakta darbe karşıtı tepki yerini, halkımızın ulusal özgürlük dinamiklerine ve devrimci güçlere saldırıya bıraktı. Bırakır da çünkü asker ile AKP hükümeti (polis) arasındaki çatışma iktidar içi çatışma olup ikisinin de asıl hedefinde Kürt ulusal özgürlük mücadelesi ve devrimci sosyalist hareket bulunur.
Ne yapacağız?
Öncelikle, Ordu yıpranmasına, “vatanın bölünmez birliği tehlikeye giriyor” dedikleri Kürdistan merkezli tehdit” eklenirse, TSK emir komuta zinciri içerisinde “öyle darbe yapılmaz böyle yapılır” diyerek yeni darbeye hazırlanabilir çünkü Kürdistan meselesi dört parçasıyla daima darbelerin asıl besleyicisi olmuştur. Hükümete karşı bugün ulusal özgürlük ve demokrasi mücadelesi geliştirilirken buna da hazırlıklı olmak lazım.
İkincisi; darbenin başarısızlığında, darbeye direnen tüm halklar ve dinamiklerin rolü varken sonuçlarını tek başına ve üstelik polis devletini güçlendirme yönünde kullanması büyük bir tehlike. Askeri darbeyi engelleyelim derken, sivil darbenin derinleşmesini görmezlikten gelmeyelim. Askeri darbeye karşı duranlar aynı kararlılıkla Erdoğan ve AKP’nin şimdi “Allahın büyük lütfü” olarak gördüğü başarısız darbe girişiminden hareketle sivil darbenin derinleştirilmesi yönelimine de “hayır” demelidirler.
Ulusal demokratik güçler zaman geçirmeden geniş ulusal ittifaka bir de başarısız darbe girişiminin irdelenen sonuçları ışığında ele almalı. Türkiye devrimci hareketiyle geniş demokrasi cephesi hedeflenirken, sol milliyetçi yapılardan uzak durulmalı.
Üçüncüsü; ulusal özgürlük ve demokrasi cephesi örülmeli zira saldırılar, darbeye girişenler ile Hükümetin ortak düşman gördüğü Kürt ulusal mücadelesi, sosyalistlere ve demokratlara ağırlaşarak sürecektir. Dokunulmazlıkları kaldırılan HDP vekillerinin dün ifadelerini zorla almayı göze alamayan hükümet, şimdiki iklimde almaya başladılar bile. Sırada belediyelere kayyumun atanması var.
Ulusal özgürlük ve demokrasi cephesi geliştirilirken, parlamentodan çok sokağın, siyasetin belirlenmesinde rol oynayacağı bir sürece girdiğimizi, eğer sol ve Kürt ulusal güçleri değerlendirirse sokağın kendileri için de daha verimli hale geleceğini belirtelim. Şunu da bilelim, bundan böyle sadece solun değil sağ siyasetin de toplumsal değişim ve yürüyüşte sokağa aktif başvuracağı görülmelidir.
Dördüncüsü; asker ile polis çatışmasında devlet ciddi bir yara aldı. Bu halkımızın lehinedir. Batı şimdiden polis ve cami ağırlıklı rejimde “Türkiye NATO’dan çıkabilir” tartışmasını yapıyorsa demek ki ordu merkezli devletten polis merkezli devlete geçişin kaygılarını Batı da kendi çıkarları açısından taşıyor. Zayıflamış, toplum nezdinde darbe almış ordu merkezli devlet profilini, Kürdistan ulusal özgürlük ve Türkiye sosyalist güçleri fırsata çevirmelidirler.
Beşincisi; başarısız darbenin ardında onca basınç altına alınan Alevi halkı gelecekteki daha çaplı saldırılara hazır olmalıdır ki saldırıları göğüslemek sadece Alevi halkının değil tüm ilerici demokratik güçlerin ortak meselesidir. 20.07.2016