Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı ordusu tarafından esir alınan Anzak askerleri, tuttukları günlüklerle Ermeni Soykırımı’nın pek bilinmeyen bir yönünü açığa çıkarıyor. Yeni Zelandalı tarihçi ve gazeteci James Robins’in çalışmalarıyla gün yüzüne çıkan hikâyelerde, soykırıma tanıklık eden Anzak askerlerinin yaşadıkları anlatılıyor. Robins’le çalışmaları üzerine 1915’ten günümüze uzanan bir söyleşi yaptık.
Anzak askerlerinin Ermeni Soykırımı’na tanıklık ettiğinden bahsediyorsunuz. Bu konu Türkiye’de pek konuşulan bir konu değil. Anzakların soykırıma ne ölçüde tanıklık ettiğini, katliamları ve tehciri ne kadar görüp duyduğunu anlatabilir misiniz?
Aslında bu konuya ilişkin detaylar, Yeni Zelanda ve Avustralya’da yaşayanlar da dahil olmak üzere pek çok insan için yeni. Bu iki şeyi, yani Yeni Zelandalılar ve Ermeni Soykırımı’nı birbirine bağlayan ilk kişi olduğumdan neredeyse eminim. Araştırmaların çoğu, Ermenilerin başına gelenlere yakınlıklarından dolayı savaş dönemindeki büyük güçlere odaklandı. Mesela Morgenthau’nun ABD’ye yolladığı telgraflar veya Ermenilerin öldürülmesi ya da tehcir edilmesine yönelik emirlere uyanları veya direnenleri ortaya çıkaran Alman arşivleri… Fakat bir ülkenin katliam bölgesinden uzak olması, o ülkenin vatandaşlarının suça tanık olmadıkları, yardım etmedikleri veya suçu engellemeye çalışmadıkları anlamına gelmiyor. Araştırdığım konu, soykırımın nasıl ve neden olduğuna dair anlayışımızla ilgili yeni bir şey söylemeyebilir ama benim Yeni Zelandalıların ‘unutulan geçmişi’ dediğim şeyi açığa çıkaracak. Bu ayrıntılar, Yeni Zelandalıların kendi tarihini, bu tarihin dış politikayı nasıl etkilediğini anlaması veya mesela I. Dünya Savaşı’nı nasıl andığımızı görmemiz için elzem.
Çalışmalarınıza baktığımda Anzaklar ile soykırım arasındaki bağlantıyı Conk Bayırı Muharebesi’yle başlattığınızı görüyorum.
Yeni Zelanda ve Avusturalya’dakilerin Çanakkale’den gelen raporlardan sadece savaşla ilgili değil Ermenilere yapılan katliamlarla ilgili haberleri de okuduklarını bugün biliyoruz. Anzaklarla Ermeni Soykırımı arasındaki bağlantı esasında 8 Ağustos 1915’teki Conk Bayırı Muharebesi’yle başlıyor. Conk Bayırı’ndaki tepeler iki gün boyunca büyük bir başarısızlığa, kafa karışıklığına ve intihar gibi kararlara sahne oldu. Conk Bayırı’na çıkan 760 Anzak askerinden sadece 70’i yaralanmadan geri dönebildi. Fakat bu 70 askerin dışında kalanlar sadece yaralanmış veya öldürülmüş askerler değildi, bazıları Osmanlılar tarafından esir alınmıştı. Wellington, Aucklander ve Otago taburlarından esir düşmüş 23 asker sonraki birkaç sene içinde Çanakkale’de gördüklerinden çok daha fazla ölüme tanık oldular.
Benim bulabildiğim kadarıyla 15 Yeni Zelanda askeri Afyon’da bulundu. Bunlardan 12’si Conk Bayırı’ndan yakalandı. Birkaç tanesi de Bilemedik, İstanbul ve Ankara gibi yerlerde yakalandı ama ben Afyon’a odaklandım. Çünkü orada tutulan savaş esirlerinin yazdığı birkaç günlük var ve bu günlüklerde Ermenilere yapılan genel muamele, Afyon’a gönderilirken karşılaştıkları tehcir yürüyüşleri veya özellikle İngiliz subaylarının anlatımları olmak üzere diğer tutsakların gördükleri bir nebze detaylı bir şekilde anlatılıyor.
Bu günlüklerde yazanlardan bahsedebilir misiniz?
Yüzbaşı Thomas Walter White kendilerine yer açmak için Ermeni Kilisesi’ne sığınanların zorla sürüldüğünü yazıyor: “Ermeniler, belki de sığınabilecekleri son kutsal yerden sokağa atıldılar.” White aynı zamanda Afyon’a giderken karşılaştıkları tehcir edilen Ermenileri ve onların maruz kaldığı zulmü de yazmış: “Ermeniler bir kampın içine istiflenmiş. Hepsi, her zaman aynı sona varan yürüyüşe gönderilmek üzere bekliyorlar.” Çavuş John Halpin, Afyon’u, “bir kutsala saygısızlık ortamı – İsa’nın evine ve onun kurban edilmiş Ermeni çocuklarına saygısızlık” diye anlatıyor. Afyon’daki bir başka esir kampındaki askerlerse soykırıma bizzat tanık olmuşlar.
Röportajdan önce konuşurken Anzak askerilerinin bazı yörelerde Ermenileri ve Süryanileri katledilmekten kurtardığını söylediniz. Böyle başka hikâyeler var mı?
Avustralyalı Yüzbaşı Stanley Savige, birkaç Yeni Zelandalının da dâhil olduğu 22 kişiyle birlikte Urmiye’den çıkarılan Ermenileri ve Süryanileri korumaya çalışmış. Yüzbaşı Robert Nicol ve Çavuş Alexander Nimmo’nun hikâyesiyse, savaş sırasında soykırım kurbanlarını kurtaran Yeni Zelandalı hikâyelerinin şüphesiz en açık örneği. Sayıca 1’e 10 oldukları bir ortamda Kürt birliklerini uzak tutmayı başarmışlar. Bugün Nicol’ün ismi Tahran’daki anıtmezarda yazar. Fakat Yeni Zelandalılar sadece hayat kurtarmadı. Askerlerimiz 1917’de Yaffa’yı kurtardığında, Türk askerlerinin neredeyse tamamen yok ettiği Ermeni mezarlığının son kısımlarını da kurtardılar. Bu, Ermenilere karşı uygulanan kültürel soykırımın sadece bir örneği ve neredeyse insanlar kadar önemli.
Yine konuşmamızda savaş sırasında Ermeniler hakkında haberler yapan birkaç gazete saydınız. Bu haberlerden biraz bahsedebilir misiniz? Bu haberler ne hakkındaydı?
O zamanlar Yeni Zelanda gazetelerinde soykırıma geniş yer verildi. Neredeyse tüm büyük Ermeni katliamları büyük, küçük veya yerel gazetelerde yayınlandı. Bu haberler Gelibolu’dan ya da Yeni Zelandalıların görevde oldukları diğer yerlerden savaş haberleriyle birlikte veriliyordu. Bu haberlerin çoğu Londra’dan ya da Ermeniler kaçtığı Rusya bürosundan gelen telgraflardı. Çoğu zaman sadece birkaç cümleden oluşuyorlardı ama Aralık 1915’te bile büyük bir gazetede ‘Ermeni Holokostu’ ve Jön Türkler’in ‘insanlığa karşı suçları’ndan bahseden uzun bir makale yayınlanmıştı. Birçok Yeni Zelandalının cephe gerisinde ne olduğunu bildiği ve en azından bağlama dair temel bir anlatıya sahip olduğuna şüphe yok.
Gazeteler ayrıca düzenli olarak, açlıktan ölen Ermenilere bağış yapılmasını teşvik eden tam sayfa ilanlar basardı. Başlıkları da ‘1 pound bir çocuğun bir haftalık yiyecek ve giyeceğini sağlar’ olurdu. Bu ifadelerin yansımaları bugünkü yardım kampanyalarından görülebilir. Gerçekten de birçok modern yardım kuruluşunun geçmişi Yakın Doğu Yardım Heyeti’ne ve onların Ermenileri kurtarma çabalarına dayanır. Son yüzyılda yaşanan herhangi bir insani krize bakın; yardımların toplanma veya belli görüntü ya da ifadelerin kullanılış biçimleri bakımından Ermenilere yardım çabalarıyla çarpıcı bir benzerlik olduğunu görürsünüz.
Girişimler olsa da bildiğim kadarıyla Ermeni Soykırımı, Yeni Zelanda ve Avustralya’da henüz tanınmış değil. Bunun sebebi nedir?
Yeni Zelanda’daki Ermeni topluluğu hükümeti soykırımı tanımaya çağıran bir imza kampanyası başlattı. Parlamentodaki üçüncü büyük parti olan Yeşiller Partisi soykırımın tanınmasını destekleyeceğini açıkladı. Şimdilik küçük bir kampanya olsa da işin başında kendini buna adamış kişiler var.
Bazı tarihçiler veya kampanyayı yürütenlerden bazıları tanımanın her zaman gerekli olmadığını söylüyor ama bence kesinlikle gerekli. Yeni Zelanda şu an BM Güvenlik Konseyi’nde. Modern tarihteki insanlığa karşı suçları tanımazsak bizi kim ciddiye alır ki?
Yeni Zelandalılar ve soykırım arasında böyle yakın bir bağ olmasaydı bile gerçeği kabul etmek gibi bir tarihi ve ahlaki bir sorumluluğumuz olduğu gerçeği değişmezdi. Akademisyenler, gazeteciler ve araştırmacılar toplumu bu konuda eğitebilirler ama bundan daha fazlası da yapılabilir. Tanıma güçlü bir ifadedir: “Gerçek olduğunu düşündüğümüz şey budur.”
Yazılarınızdan birini okurken, okuyuculara yönelttiğiniz şöyle bir soruya denk geldim: “Yeni Zelandalı devlet görevlileri, Türkiyeli görevlilerle birlikte, onların Ermenilere ne olduğunu bilfiil reddettiklerini bile bile, Gelibolu’da bir arada bulunabilir mi? Hele de artık Yeni Zelandalıların soykırımdan kurtulanlar için hayatlarını tehlikeye attığını biliyorken.” Sizin bu soruya cevabınız nedir?
Bence cevap ‘hayır’ olmalı. Yeni Zelandalı ya da Avustralyalı devlet görevlilerinin Gelibolu’da Türkiyeli yetkililerle bir arada bulunup soykırım görmezden gelinebilecek veya aklanabilecek bir şeymiş gibi davranmaları asla kabul edilemez.
Artık Yeni Zelandalılar hakkında bu detayları ve onların Ermeni Soykırımı’yla ilgilerini bildiğimize göre, Türk hükümetinin inkârcı tutumuyla yüzleşmeliyiz. Çünkü eğer Türk hükümeti Ermeni Soykırımı’nı inkâr ediyorsa, aynı zamanda Yeni Zelandalıların Ermenileri ve onların kültürel eserlerini koruduğunu ve Ermeni çocukları korkunç bir kaderden kurtardığını da inkâr ediyor demektir.
Bu sıradan ya da önemsiz bir mesele değil, Yeni Zelandalıların tarihleriyle ilgili anlayışlarını ve dünyadaki yerlerini derinden etkileyen bir mesele. Yeni Zelanda’da Anzak Günü büyük bir etkinlik. Geçen sene, Gelibolu Anzak Çıkarması’nının 100. yılı yüzbinlerce sıradan insan tarafından anıldı; bu meseleyi hâlâ çok önemsedikleri açık. Bu iki olay arasındaki bağlar ve ilişkiler, askerlerimizi ya da I. Dünya Savaşı’ndaki rolümüzü hatırlayış biçimimizi şekillendirip etkiliyor.
Dahası, Türk hükümetinin Anzak Günü kutlamaları başladığından beri, Yeni Zelanda hükümetine soykırımı tanımalarına engel olmak için şantaj yaptığını da herkesin önünde savundum. 2013’te Avustralya’daki Yeni Güney Galler Parlamentosu’ndan ne olduğuna bakmanız yeterli. Soykırımı tanımak için bir tasarı geçirdiler ve daha sonra Ahmet Davutoğlu tarafından desteklenen Türkiye Başkonsolosu parlamento temsilcilerini Gelibolu’daki 100. yıl anmalarına katılmaktan men etmekle tehdit etti. Bu şantaj ve suiistimalden başka bir şey değil ve Yeni Zelanda, Avustralya ve Türkiye arasındaki ilişkiler Türkiye’nin inkarcılığı yüzünden zehirli hale geldi.
Yeni Zelanda anlamsız bir seçim yapmaya zorlanıyor. Bizim ve Türklerin savaşta kaybettiği insanları mı yoksa Ermenileri mi anacağımız arasında bir seçim yapmaya zorlanıyoruz ki bu çok saçma. Hepsini hatırlayıp andığımızı ve hepsi için de aynı şekilde hissettiğimizi söyleyebilmeliyiz.
AGOS