Site icon Rojnameya Newroz

Antep İŞHAK-DER’e kimi öneriler

İşçi sınıfı örgütlenmesinde yaşanan sorunların nedenlerini tek bir başlık altında toplamak mümkün ve olanaklı değil. Sınıf bilincinin oluşmasında, bildiğim kadarıyla Marksist – Leninist literatürde birkaç temel kavram var. Bunları şöyle sıralamak mümkün. Kendiliğinden bilinç, kendisi için bilinç ve dışarıdan bilinç taşıma.

İşçilerin hayatla kurdukları ilişkide emeğin belirleyici rolünün kendiliğinden bilinç oluşmasında doğrudan etkisi vardır. Çünkü bu süreçte işçinin yaşayabilmesi ve geçimini sağlayabilmesi için emeğinden başka güveneceği bir şey yoktur. Güveneceği bir şey olmadığından sermaye sahibi ile karşı karşıya gelir. Sermayenin daha fazla kar elde etme isteği bu karşı karşıya gelişi güçlendirir. Ve bununla birlikte çelişkiyi de güçlendirir. Ama bu kendiliğinden bilinç normal seyri içerisinde sınıf bilincine yani siyasal bir sınıf bilincine dönüşmez. Burjuvazi sağladığı ideolojik hegemonya ile tersinden bilinç oluşturarak etkili olur. (İşveren – patron olmasaydı aç kalırdık gibi.) Tabii ki bu süreçte sermaye sınıfının üst yapı kurumlarını devreye sokarak bu hegemonyayı etkili kıldığını da unutmamak gerekir. (Eğitim, kültür, medya,vb.) Diğer taraftan ise özellikle bizim gibi ülkelerde, sınıf dışı ideolojik akımların ve feodal dayanışmacı, hemşerilik vb. yaşam biçimleri sınıf bilincinin kendiliğinden gelişmesinin önünde engel teşkil ederler. Bu sürece müdahale ancak işçi sınıfının toplam bir ideolojik karşı duruşuyla aşılabilir. Yani işçi sınıfı kendi mücadele deneyimleri sonucu tek tek işverenlerle –patronlarla, burjuvaziyle– karşılaşmanın çözüm olmadığını, toptan mevcut kapitalist sistemle yüzleşmenin zorunluluğunu hisseder, giderek anlar. İşte bu hissediş ve anlayış sürecinde sosyalistler işçi sınıfıyla temas kurma imkanı bulurlar. İşçi sınıfı mücadelesinin ekonomik kazanımlarla yetinmeyeceğini siyasal bir zafer elde etmesi gerektiği bilincini işçi sınıfının mücadelesine kazandırırlar.

 

Sorunu tarihsel arka planına bakarak açıklamak gerekirse;

 

Batı Avrupa’da ilk işçi eylemlilikleri, kapitalist sistemin yarattığı –yoksulluk, işsizlik, yığınsal göç, vb.– tahribat ve yıkımlara karşı tepkilerini; bireysel suç, Ludist hareket (makine kırıcılığı), yardımlaşma sandıkları, tek tek işverenlere karşı mücadele vb. olarak geliştirip/göstermişlerdir. Bu süreçte sermaye kesimi, ilk işçilerin tepkilerine yönelik çok yoğun bir şiddetle yanıt vermiştir. Öyle ki gücün, zorbalığın dışında onları içerecek, üzerinde hegemonya kuracak girişimlerde de bulunmuştur. Özellikle ekonomik – demokratik mücadele araçları olarak ifade edilen sendikalar ve benzeri işçi oluşumlar burjuvazinin de hegemonya sağlamaya çalıştığı araçlar olmuştur. Bu nedenle bu dönemde bütün işçi hareketleri ve düşünceleri, sermayenin ve devletin tüm kesimlerinden ayrı, bağımsız bir şekilde örgütlenememiştir. İşçilerin talepleri genelde ekonomik hak bilinci – sendikacılık bilinci çerçevesinde şekillenmiştir. Çünkü devletin ve sermayenin her kesiminden ayrı bir örgütlenmeleri (parti vb.) eylemleri olgunlaşmamıştır. Yine de bu dönemde özellikle ütopik sosyalistlerin etkisi, işçi sınıfının oluşumunda, yapılan örgütlülük ve tepkisel eylemlilikler işçi hareketinin bağımsız politik eyleminin zeminini oluşturmasa da önemli katkılar sağlamıştır. İşçi hareketinin kendinde bilinç çerçevesinde geliştiği bu dönemi, işçilerin; yoksullar yığınından işçi sınıfına dönüşüm süreci olarak adlandırabiliriz.

 

1848 Haziran ayaklanması

 

İşçilerin bir sınıf olarak hareket etmeleri, 1840’lı yıllarla birlikte başlamıştır. Simgesel olarak ise 1848 Haziran ayaklanmasıdır. İlk kez Paris proletaryası, sermayenin ve devletin her kesiminden ayrı olarak politik talepleri için ayaklanmıştır. Bu dönemim Paris sanayi proletaryası, toplum içerisinde bir azınlık oluşturmasına rağmen, sanayi kapitalizminin – fabrika sisteminin – ve ona karşı verilen mücadelenin şekillenmesiyle Paris’in en etkili, disiplinli gücü olmuştur. Denile bilinir ki tarih onu itmiştir.

1871 Paris Komünü de proletaryanın iktidar talebinin biçimlenişidir. Manifesto’da yapılan, işçi sınıfının bağımsız parti talebi, özellikle 1860’lı yıllardan sonra karşılığını bulmuş ve işçi partileri, işçi sınıfının politik taleplerinin savunucusu olmuşlardır.

Kuşkusuz Marx ve Engels’in en önemli politik katkısı, işçi partisi oluşturulması çağrısında yatar. İşçiler, burjuvaziye karşı ortak bir mücadele içinde savaşım yürütüp bir sınıf haline gelirken, bu sınıf mücadelesinin merkezini iktidar hedefi; temel amacını parti oluşturmalıydı. Yani işçiler devlet ve sermayeye karşı mücadele içinde kendilerine ve diğer işçilere dönük bir güven kazanabilirler; disiplinli kolektif bir şekilde örgütlenebilirler; kendinde bilinçleri kendisi için bilince dönüşmeye başlar. Ancak bu durum yeterli değildir. Sosyalist sınıf bilinci gereklidir. Bu da, işçi sınıfının ulusal düzeyde politik mücadele aracıyla, partiyle oluşacaktır. Yoksa bir “sınıf” olarak hareket edemez ve heterojen – yalpalayan bir hareket ortaya çıkar.

-devam edecek-

 

“İşçi sınıfına dışarıdan bilinç”

 

Lenin ise Marksist parti anlayışının özüne bağlı kalarak sosyalistlerle işçi sınıfının ilişkisini, yani kendisi için sınıf olma sürecini daha da tanımlı hale getirerek “işçi sınıfına dışarıdan bilinç” götürülmesi gerektiğini ve bunun profesyonel bir devrimciler örgütü tarafından yapılabileceğini ileri sürer. Lenin tarafından, 1800’lü yıllar boyunca tek tek veya gruplar halinde, veya dernek vb. örgütlenmeler aracılığıyla sosyalist aydın vb. işçi sınıfını yönlendirme çabalarının yerine bunun siyasal programı olan bir “örgüt” tarafından yapılması önerilmektedir. Bu örgütün üyelerinin işçi olma zorunluluğu yoktur.

Buraya kadar tarihsel olarak izah etmeye çalıştıklarımızdan çıkarılacak sonuç işçi sınıfının kendiliğinden bilincinin doğrudan kendisi için –siyasal– bilince dönüşmeyeceğidir.

Yeniden kendiliğinden bilinç tartışmasına dönecek olursak; işçi sınıfının kendinde bilincinin sendikal bilinç olduğu ve kendinde bilincin kendisi için bilince hareket ettiği konusunda Marx ve Lenin arasında paralellik vardır. İşte işçi hareketi acısından hep süre gelen bu tartışmayı güncel olarak yapacak olursak;

 

Esnek üretim devreye koyuldu

 

Özellikle 1970’lerin sonlarından itibaren burjuvazi yeni bir saldırı dalgasını başlatmıştır. Bu saldırı dalgasıyla birlikte üretim sisteminde de bir değişikliğe gitmiştir. Yani fabrika sistemi yerine esnek üretimi devreye sokmuştur. Bu aynı zamanda işçi sınıfının geleneksel araçlarını boğma sürecidir. Artık bugün sınıfın ekonomik – demokratik örgütü olan sendikalar giderek işlevsiz kalmıştır. Ya da kendi mevzilerini korumanın gayreti içerisindedirler. Oysa bugün sendikalara olan ihtiyaç tıpkı 19.yüzyılda olduğu gibi çok acil bir hale gelmiştir. Ama ne yazık ki mevcut sendikalar bugün dar çıkar örgütleri konumundadırlar. Yani toplumsal muhalefet ve bir hak arama örgütleri olmaktan çıkmışlardır. Uygulanan neo – liberal politikalarla, yoksullaştırılan – işçileştirilen yığınlar, başta taşeron olmak üzere güvencesiz işçiliğe fırlatılıp atılmışlardır. Burada birbiriyle bağlantılı iki durum gündeme geliyor.

1)      Bağımsız bir devrimci işçi örgütlenmesi oluşturmalıyız.

2)      Kitlesel bir işçi hareketi oluşturmalıyız.

Son dönemdeki gelişmeleri de değerlendirdiğimizde taşeron – güvencesiz işçileri temel almak, işçi hareketini bu omurga üzerine inşa etmek gibi bir görevle yüz yüzeyiz. Bunun için başta güvencesiz işçileri en doğal şekilde örgütleyebilecek araçları oluşturabilmek, işçilerle sürekli bir ilişki kurabilmek ve oluşturulacak bu harekete yön vermek gerekmektedir. İşte tam da burada Antep İşçi Hakları Derneği devreye giriyor.

 

Antep İŞHAK-DER; çalışmasının eksenine işçilerin hak arama bilincini koymalı

 

Kuşkusuz güvencesiz işçilerin kendi bilinçleri ve tepkileri vardır. İşverene karşı tek tek ya da grupsal olarak mücadele etmektedirler. Ancak mücadeleleri bireysel kalmakta ve büyümemektedir. Güvencesiz işçiler “geçici ve hareketli” işçilerdir. Sürekli olarak iş değiştirmekte ve tüm mahalle, bölge ve hatta kent; çalıştıkları yerler olmaktadır. Bu yüzden örgütlenmeleri işyeri ve işkolunu aşmaktadır. Eğer İşçi Hakları Derneği bütün bir kenti çalışma alanına koyup ona uygun yaklaşım ve örgütlenme yöntemleri geliştirebilirse; çalışma yaşamında her düzeyde parçalanan güvencesiz işçilerin bilinçlerinin ve eylemlerinin ortaklaşmasını sağlayabilir. Küçük birimlerde oluşan devrimci işçiler ise bu harekete yön verebilir, politikleştirebilir ve ulusal düzeyde bir iktidar mücadelesine evriltebilir.

Antep İşçi Hakları Derneği; çalışmasının eksenine işçilerin hak arama bilincini koymalı. Ücret artışı en temel talep olmalıdır. Bunu da, yapılan işe göre insanca yaşayabilecek asgari ücretin belirlenmesini sağlayacak kampanyalar oluşturmalıdır. Sigorta hakkı; işsizlik, kaza ve sağlık sigortasını içerecek bir biçimde savunulmalıdır. Aynı zamanda altı saat çalışma, emeklilik ve iş güvencesi vb. haklarda savunulmalıdır. Ve bunlar kampanyalar şeklinde örgütlenmelidir. Bu mücadele aynı zamanda parçalanan ve böylece birbiriyle rekabete sokulan işçiler arasında bir standart yakalama, ortak mücadele oluşturma anlayışı olarak ele alınmalıdır.

Bu mücadelenin ikinci ayağını işçilerin oturdukları mahallelerdeki sorunları kapsamalı. Yani eğitim, sağlık, barınma, temiz su, vb. haklar için mücadele oluşturmalıdır. Bunun dışında sınıfın bölünmüş – parçalanmış birliğini sağlamak için güvencesiz işçilerle, göreli güvenceli olan işçiler arasındaki “düşmanlığı” yok etmek gerekmektedir. İşçi sınıfı onlarca yıldır bu yüzden zarar görmektedir. Zaten sınıf içi bölünme, burjuvazinin tarih boyunca inisiyatifi elinde tutmak için yaptığı bir saldırı biçimidir.

Kuşkusuz bütün burada önerdiklerimiz yada kimi başka öneriler gözetilerek Antep İşçi Hakları Derneği bir program çıkartabilir. Ama salt işçilerin ekonomik – demokratik hakları için mücadele etmelerini sağlamak yeterli değildir. Bunların kurumsallaştırılması mücadelesi de verilmelidir. Çünkü işçiler, belli hak kazanımları sonrasında mücadeleyi bitirme eğiliminde olabilirler. Ama bu çalışmada yer alacak öncü işçiler, mücadeleyi sisteme karşı yönlendirmelidirler. Sınıf içerisinde ki ayrımı ortadan kaldıracak ortak örgütlenme ve yukarıda değindiğimiz kimi talepler, işçileri harekete geçirecek bir dil olabilir; işçilerin sesi olabilir. Burada öncü – devrimci işçiler de misyonlarını yerine getirebilir. Tabii ki bu mücadeleye yön gösterirken öncü işçi örgütlenmesini kurumsallaştırarak.

 

* Çoban Ateşi Gazetesi, Sayı: 32, 8 Kasım 2007

Exit mobile version