Site icon Rojnameya Newroz

AKP İKTİDARI VE GÜNDELİK HAYATIN İSLÂMİLEŞTİRİLMESİ-1

 

 

“Baskı belli bir yoğunlukta, sürekli olursa

mazlumun tek kurtuluşu zalime,

cellada aşık olmak olur.”[1]

 

Hatırlayacaksınız, 2000’li yılların başlarında, hatta yakın zaman öncesine dek, AKP’nin İslâmcı Milli Görüş çizgisinden koparak, çağın neo-liberal iktisadî gereklerine uyum sağlamış, Türkiye’de İslâm ile sekülarizmi bağdaştırma misyonuyla yüklü, Kemalist vesayet rejimini tarihe gömerek ülkede AB ile uyumlu, demokratik bir dönüşümü gerçekleştirecek “muhafazakâr demokrat” bir parti olduğu söylenceleri yaygındı hem AKP inteligensiyası hem de liberal sağ ve “sol” saflarda. Bu söylem, hiç kuşku yok ki AKP’nin kendi hakkında söylediklerinden besleniyordu; “solcu” ya da sağcı, liberal kalemşörler ise AKP inteligensiyasının pişirdiği bu propagandayı sorgusuz sualsiz servis ediyorlardı gazete ve TV’lerdeki köşelerinde. AKP nezdinde Türkiye’de kendi meşreplerine uygun bir ortak bulduklarını düşünen ABD-AB hattının da alkışları altında söylem öylesine hegemonik bir hâle gelmişti ki, AKP’yi kendisini “mirasçısı” ilan ettiği klasik Türk sağından ayırt eden temel vasıfları neredeyse tümüyle gözden yitip gitmişti…

Ancak her “balayı”nın bir sonu vardır… AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun bir konuşmasında sarf ettiği“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak,”[2] sözleri, sol ya da sol-olmayan liberallerin büyük bölümü için bu “hınk deyiciliğe” son noktayı koyacaktı… Ne ki, yıllar boyunca kamuoyunu AKP’nin İslâmcı bir parti olmadığına inandırma çabalarının vebali liberallerin boynunda asılı duruyor… Dün olduğu gibi, bugün de…

Evet, AKP, İslâmcı bir parti – üstelik de Suriye İç Savaşı boyunca yaşananların İslâm’ın “ılımlısı” ile radikal”i arasında bir sınır çizmenin olanaksızlığını iyice açığa çıkardığı koşullarda, “ılımlı” sıfatıyla hafifletilemeyecek bir niteleme bu…

Yine de destek tabanını en az iki kat genişlettiği Selefî Milli Görüş hattından, birkaç bakımdan farklılaşıyor: neo-liberal projeyi selefine göre çok daha fazla hevesle sahipleniyor, örneğin. Daha otarşik bir pozisyon benimseyen Milli Görüş’çülere göre çok daha gözükara ve saldırgan, giderek, yayılmacı… (Bu yayılmacılığı, “Osmanlılebensraum’unun yeniden ihdası” ideolojik kılıfı ile hayat bulmakta.) Yanısıra, toplumsal yaşamın İslâmîleştirilmesi konusunda daha acul olan selefine göre daha sabırlı ve adımları daha geniş bir zaman dilimine yayma yanlısı. Dahası, bu adımların piyasa düsturlarına belenmesinden rahatsız olmuyor – piyasayla çok daha barışık, yani…

Bir başka deyişle, AKP Milli Görüş çizgisinden ekonomide sonuna kadar piyasacı, dış politikada çok daha dışa dönük ve saldırgan, iç düzenlemelerde ise çok daha ihtiyatlı ve sakınımlı olmakla ayırt ediliyor.

Aslına bakılırsa, Milli Görüş çizgisini “reaksiyoner” bulup prim vermeyen liberallerin AKP’ye alkış tutması, tam da onu Selefînden ayıran bu üç noktada yatıyor: neo-liberal piyasa ekonomisine kayıtsız şartsız iman, aktif (!) bir dış politika, topluma İslâmi değer ölçütleri doğrultusunda yeniden şekil şemal verme girişimlerini tedricî ve “özgürlükçülük” kisvesiyle örten ihtiyatlı yaklaşım… Bir başka deyişle, “hocaları” Erbakan’ın “Kanlı mı olacak, kansız mı?”, “kadayıfın altı kızardı”, “Rektörler başörtülülere selam duracak” gibi söylemlerinden uzak durarak İslâmi bir yaşam tarzına yönelen adımlarını “özgürlükler”, “din ve inanç özgürlüğü”, “insan hakları” söylemiyle sunmaları – en azından iktidarının ilk yıllarında…

Ancak, geriye doğru baktığımızda, söylemi ne olursa olsun, AKP’nin ta başından beri toplumu İslâmî referanslar doğrultusunda dönüştürme doğrultusunda kararlı adımlar atmakta olduğunu görüyoruz. Her gün yüzlercesini yaşadığımız bu adımlardan örnekleri birkaç başlık altında sıralayayım.

 

  1. I) ALEVİ “AÇILIMI”/ASİMİLASYONU

 

AKP iktidarı, yıllardır “Alevî açılımı” adı altında kimi gösterilere girişir. Parti ricali Hacıbektaş törenlerinde boy gösterir, Muharrem ayında aşure dağıtılır, “Ali, Hasan, Hüseyin sevgisinden” bahsedilir, “en Alevî benim” yarışlarına girilir, dedeler resmî davetlere çağrılır, Yunus’tan dizeler okunur, “iri olalım, diri olalım” vb. klişeler tekrarlanır, kardeşlikten dem vurulur… Ama Alevîlerin temel taleplerinden hiçbiri karşılanmak bir yana, tartışmaya dahi açılmaz. Yani ne zorunlu din derslerinden, ne hepimizin ödediği vergilerle finanse edilen Diyanet’in Sünnî merkezciliğinden tavize yanaşılır, ne de cemevlerinin ibadethane olarak tanınması söz konusu edilir. Nitekim, ne Recep Tayyip Erdoğan’ın Muharrem vesilesiyle kimi dedeleri davet ettiği resepsiyon, ne de Ahmet Davutoğlu’nun Hacıbektaş Veli Derneği’nin düzenlediği 4. Uluslar arası Hacıbektaş Veli Aşure Günü’nde yaptığı konuşmadan Alevîlere (Hacı Bektaş-ı Veli türbesine ziyaretin bundan böyle ücretsiz olacağı “müjdesi” dışında!) dişe dokunur bir vaad çıktı…

Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP ricalinin söylemleri incelendiğinde, Alevîliği en iyi olasılıkla (Sünnî) İslâm’a mündemiç bir “kültürel” hareket saydıklarını, tekçi bir İslâm anlayışı içerisinde eritmek istediklerini görmek, mümkündür. Onun Sünnî İslâm’dan ayrı bir inanç sistemi olarak tanımlanabileceği olasılığı, akıllarındaki yekpare Sünnî tasavvura karşı bir “küfür”dür. Anayasası’nda hâlâ “laik” olarak tanımlanan bir devletin sınırları dâhilindeki tüm inanç ya da inançsızlıklara eşit mesafede durması gereken başkanının “Ali’siz Alevîlik” ya da İslâm’dan ayrışan bir Alevîlik fikri karşısında ateş püskürmesi, bundandır. Çünkü o, kendini laik bir devletin başkanındansa (Sünnî) İslâm’ın temsilcilerinden saymaktadır…

Ya da, bir başka deyişle, tekçi, yekpare bir Sünnî İslâm tasavvuru, AKP iktidarı indinde (henüz) telaffuz etmediği bir “devlet dini” derkesindedir.

 

  1. II) ZORUNLU DİN DERSLERİ / EĞİTİMİN İMAM-HATİPLEŞMESİ

 

12 Eylül rejiminin ilk ve ortaöğretimde dayattığı din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması, kendini “vesayet rejimine karşı”, “özgürlükçü” vb. ilan eden bir siyasi partiden normal beklentilerden olmalı. AKP hükümetleri sürekli olarak bundan yan çizmenin yanısıra, ilk ve ortaöğretim müfredatındaki dine ilişkin derslerin sayısını ve ağırlığını arttırdı, felsefe-biyoloji derslerine “müdahaleler”le bu dersler “dinle uyumlulaştırdı”, Evrim kuramı müfredattan çıkartıldı; derslerde Darwin’den söz eden biyoloji öğretmenlerine soruşturma açıldı; cami gezileri, namaz kılma vb. “sosyal faaliyetler” derslere eklendi; Kur’an kurslarına başlama yaşını erkene çekti; daha da vahimi, temel öğrenim sürecini 4+4+4 yıl sistemi ile parçalayıp ilkokula başlama yaşını 5’e çekerek bir yandan öğrenim yaşını hafız yetiştirme yaşıyla uyumlulaştırdı, bir yandan da 9 yaşındaki çocuklar için imam-hatiplerin önünü açtı. İş bununla da kalmadı; düz liseleri ortadan kaldırarak maddi durumları çocuklarını özel okula göndermeye elvermeyen aileleri, Anadolu lisesine giremeyen çocuklarını meslek ve imam-hatip lisesi seçenekleri arasında sıkıştırdı. AKP bununla da yetinmeyerek, Anadolu liselerinin bir bölümünü tümüyle ya da kısmen imam-hatipleştirdi… Böylelikle 2002-2003 öğrenim yılında İHL sayısı 450, İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı 71 100 iken, 2013-14 öğrenim yılında bu sayılar sırasıyla 854 ve 474 096’ya fırlayacaktır![3]Devlet yönetiminde kritik pozisyonlara, THY’den MİT’e hemen bütün kurumların yönetici kadrolarına İmam-Hatip çıkışlıların atanması ise, cabası…

Bir başka deyişle, her şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın, Başbakanlığı sırasında İHL’lerin kuruluşunun 100. yıldönümünde düzenlenen törende söylediği sözler üzere ilerlemektedir:

 “Siz de çok üzüldünüz ama sabrettiniz. Kaderin üstünde bir kader var dedik. Hiçbir şey yapamadığımız zaman seccademize sığındık…

Başınız öne eğilmesin. İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz. Unutmayın her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Her kışın bir baharı vardır.

Yusuf’u kuyudan çıkartıp Mısır’a sultan yapan bir güç vardır. Musa’yı Firavun’un yanında büyütüp hâkim kılan vardır…”[4]

 -devam edecek-

13 Kasım 2014, Ankara.

 

N O T L A R

[*] 22 Kasım 2014 tarihinde ‘Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin düzenlediği ‘Rejim, İslâmileşme ve Ortadoğu’ başlıklı sempozyuma sunulan tebliği…

[1] Theodor Adorno.

[2] “Babuşcu: Gelecek 10 Yıl, Liberaller Gibi Eski Paydaşlarımızın Arzuladığı Gibi Olmayacak”, T24, 1 Nisan 2013, http://t24.com.tr/haber/babuscu-onumuzdeki-10-yil-liberaller-gibi-eski-paydaslarimizin-kabullenecegi-gibi-olmayacak, 226892

[3] Eğitim-Sen, “MEB’in Yönlendirmesi ile İmam Hatipler ve Öğrenci Sayısı Artıyor!”,http://www.egitimsen.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=21983#.VGNoSSbSZdg.

[4] Erdoğan İHL’nin 100. Yılı Programında Konuştu”, 17 Ocak 2014, http://www.yazete.com/politika/erdogan-ihlnin-100-yili-programinda-konustu-730249.html.

 

Exit mobile version