Site icon Rojnameya Newroz

Akıl ve vicdan

Peygamberlerin yaşadığı dönemi incelediğimizde, vahiy temel alınmakla birlikte Allah’ın vahiylerine inanmak için aklınızı kullanın çağrısı yapılmakta. Örneğin Kur-an’ın Araf suresi 28, İbrâhim suresi 10 ve Maide suresi 104, vs. incelendiğinde “önce vahiylere inanın sonrada aklınızı kullanarak vahiylere itaat edin” yazılmakta benim anladığım kadarı ile. Özcesi “dinler öncesi inanışlara inanmayın çünkü o inançlar dededen, babadan kalma tarih boyunca süre gelmiş gelenekçi, muhafazakar inançlardır” ki yenilenmesi gerekir denilmek istenmiştir. Akıla gönderme yapılarak aklınızı kullanın çağrısı ile kitlelerin vahiylere inanması salık verilmiştir. “Gelenekler, toplumca benimseniyor dahi olsa peşin kabuller, çoğunluk kabul etse bile vahyin ve aklın doğrulamadığı görüşler insan hayatına rehberlik etmemelidir” denmek istenmiştir. Vahyin yanında akıl ikinci önemde. Hıristiyanlıkta da vahiy temel alınmakla birlikte aklın önemine vurgu yapılmıştır. İncil’deki vahyin belirtmesine göre “İsa peygamber MÖ 4-MS 6. yy. arasında doğdu çünkü İsa’nın şimdiki Filistin topraklarında doğduğu bilinmekte” ama hangi tarihte doğduğu bilinmemekte ve bu tam bilinemezlik durumu tarihçileri uğraştırmakta. Bu tam bilinemezlik durumu karşısında bu konuda birbirinden farlı akıl yollu açıklamalar ortaya atılmakta. “Hıristiyan Katoliklere göre İsa 25 Aralık’ta doğdu”, “Doğu Hıristiyanlarına göre ise İsa 6 Ocak’ta doğdu” her ikisi içinde 0 senesi İsa’nın doğum yılı kabul edildi. Görüleceği gibi akıl’a danışılmakta. Fakat iktidarların iktidar hırsı gereği (İbni Haldun’un Mukaddime’sinde devletin nasıl devleti dinleştirdiğine dair benzerlik durumu diyelim) vahiyle oynanarak, akıldan uzaklaşarak iktidar ya da iktidarların çıkarına göre bu durum muhafazakarlaştırılmakta ve de tamamen akıl ve vicdan dışıcılık kendisini göstermektedir. Muhafazakarlık tarihin her döneminde kendisini değişik biçimlerde göstermiştir ve de günümüzde de mevcuttur. Aslında daha önceleri antik çağda, felsefeyle uğraşılan dönemin başlangıcında da aklın önemine, vicdani muhasebenin yapılmasının gerekliliğine vurgu yapılarak aklın vicdan ile harmanlanmasının gerektiği vurgulanmıştır. 1700’lere gelindiğinde Jean Jacques Rousseau akıl’ı kurucu ilke (prencipe de base) olarak benimsemiştir. Tabi bu arada vicdan daha da önem kazanmıştır akılın yanı sıra. Günümüze gelinceye kadar akılı ve vicdanı kötüye kullananlar hep kendisinden olmayanlara kötülük yapmıştır ki buna da ‘akılsızlık, vicdansızlık’ denilmesi boşuna değildir. Bu durum AKP’nin yaptıklarına uygun düşüyor. Bir iş yapmadan önce “aklına danış” sözü boşuna söylenmemiştir. Vicdan kavramı da birçok dini inanışlar, değişik felsefi görüşler ve psikanalistler tarafından önemsenmiştir. Genel felsefi tanımlamada “vicdan insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir”. Ayrıca “insana hata ve doğruyu bildiren bir iç sestir” de denilmiştir. Psikanalistler vicdanı id (alt benlik), ego (benlik) ve süper ego (üst benlik) olarak tanımlamışlardır. Özgür ansiklopedi de vicdanı şöyle tarif etmektedir “kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir”. Bu yukarıda yazdıklarımdan hareketle şuraya varmak istiyorum. Basından öğrendiğimiz kadarıyla şöyle haberlere rastlıyoruz:

– Gazeteler haber 1: “Fetullah GÜLEN (…) AKP’nin kendileri tarafından yönetilen bir kurum olduğunu belirtirken cemaatine BDP’nin adayları hakkında dedikodular yapın, geçmişleri hakkında spekülasyonlar yapmalarını salık veriyor”. Sırasıyla inceler isek iktidar hırsı ile muhaliflere karşı ‘dalavere – dubara’ ile yapılan yaklaşımlar neyi ifade ediyor? Osmanlı’dan bu yana iktidar kavgası hırsı ile “kardeş öldürme” bir devlet ve iktidar yapısı geleneği devam ediyor.

– Gazeteler haber 2: “Gül’den İslami Ortaçağ uyarısı”. Haklı olarak şu soru sorulabilinir. Neden komşu ülkelerdeki mezhepsel insan kıyımı terörizmine neo-osmanlıcılık yapılaraktan yaklaşım gösterilmektedir ve de Sünni mezhepçiliği yapılmaktadır iktidar partisi tarafından? Ülke içerisinde AKP’nin Sünni mezhepçilik yapması nasıl açıklanabilir?

– Gazeteler haber 3: “Özbek ‘Hayata Dönüş’ü MGK tavsiye etti”. Cezaevlerinde, bir nevi esir alınmış, dört duvar arasındaki savunmasız insanlara saldırarak katliam yapmak devlet terörizmi değil de nedir? On binlerce faili belli-belirsiz cinayetleri yapmak ve aradan yıllar geçmesine rağmen bir araştırma ve açıklama zahmetinde bulunmamak bir muhafazakarlık devlet terörü geleneğini devam ettirme değil de nedir? Hukuk devletinin neresi bu? Ortadoğu’daki komşular da hukuk anlayışı yerleşmemiş ama sendeki de onlardan iyi değil. Neden iktidara layık görünmeyen diğer muhaliflere layık görülür? Nasıl açıklanabilinir bu muhafazakarlılık? İktidarların bu ceberut devlet anlayışı ve çağlar boyu yer ve zamana göre ortaya çıkan muhafazakarlık durumu ülkenin bir iki yüzyıl geri kalmasına ve bir felakete sürüklenmesine vesile teşkil etmiyor mu? “Gül’de İslami Ortaçağ uyarısı”nı incelemeye devam edelim. Fransa da Katolik krallar ailesi Luis’lernin 16. yy. da Protestanlara yaptıkları mezhep jenosid (jenocide) savaşları Fransa’nın en az 2 yy. daha da geri kalmasına vesile teşkil ettiği aklı salim tarihçiler ve aydınlar tarafından bilinen bir gerçektir. Genel anlamda bütün sanayide, kültürel ve sosyal gelişmelerde Protestanların deyim yerinde ise parmağının ağırlıkta olduğu bir gerçektir. Bugünkü Berlin’in Almanya’nın bu duruma getirilmesine Fransa’dan kaçan Protestanların vesile teşkil ettikleri birçok sağduyulu insan tarafından dile getirilmektedir. Tanzimat, 1839 öncesi ve sonrası Osmanlı’daki ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler başta Ermeniler ve diğer Müslüman olmayan kesimlerin büyük oranda katkıları olduğu ve hatta öncü rollerde rol aldıkları tarihsel, sosyal ve kültürel gelişmeler iyi incelendiğinde kendiliğinden göze çarpmaktadır ki bunlara yapılan muhafazakar, dinsel motifli jenosid ve tacirin sonucu Türkiye’de en az şöyle ortalama olarak 2 yy. gerilere gitmiştir. Artı bir de daha sonraları iktidarlar tarafından muhafazakarlık durumu yer ve zamana göre sürdürülünce daha da kötü konuma gelmiştir. Ayrıca Dersim jenosidi, Kürt jenosidi ve iç taciri, Alevilere yapılan ayrımcılık da eklenince Türkiye Gül’ün ifade ettiği gibi Ortadoğu’daki “İslam Ortaçağ uyarısı’’ mezhepsel ve etniksel kavgalardan nasibini alabilir ‘komşudaki bacayı saran alevin sana da sıçraması mümkündür’ sözünde olduğu gibi. Mağrip ve Arap ülkelerinde ki kültürel duruş ve mantaliteye hiç de uzak değiliz bu ülkeler gezilip görüldüğünde ve bu ülkeler insanlarıyla arkadaşlık kurulduğunda İran, Afganistan vs. hep bir birine bu anlamda yakınlar ama yine de bütün bankalar hep aynı da olsa birilerinin yine de “biz Osmanlı bankasıyız” demesi reklamcılığın dışına çıkmaz diye düşünüyorum.

– Gazeteler haber 4: “Say’a 10 ay hapis cezası” ‘İnsanın istediğine inanması kişi ile yaratan arasındaki bir durumdur günahı da sevabı da ona aittir’ sözü boşuna söylenmemiştir. “Dinde de zorlama yoktur’’ hep söylene gelmiştir. Öyle ise birilerinin ateist olması başkalarını ne ilgilendirir hele de hukuk devletiyiz deniliyor ise… 2013’te hukuk devletiyiz denilen Türkiye Cumhuriyeti’nde inancından dolayı dünyaca tanınmış bir piyanist yargılanabiliyor ise 11. yüzyıldaki muhafazakarlık tarafından şu aşağıdaki (1) sözlerinden dolayı yargılanmayan şair, astronom, filozof, matematikçi Nişaburlu Ömer Hayyam’ın 21. yüzyıl Türkiye’si muhafazakarlığı tarafından kesinlikle faili belirli (‘faili belirsiz denilen’) bir cinayete kurban giderdi. Peygamberler dönemindeki muhafazakarlıkta dahil 11. yy muhafazakarlığı ile 21. yy Türkiye muhafazakarlığı arasındaki farkı değerlendirmeyi siz okurların takdirine bırakıyorum.

 

(1)‘’Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun cennet-i ala meyhane midir,

Her mümine 2 huri verceğim diyorsun cennet-i ala kerhane midir’’. (Ömer Hayyam 11 .yy).

 

Gülen’in ve AKP’nin muhafazakarlığının ideolojik ve felsefi temeli, bana göre, Edmond Burke’dir. “Burke bir muhafazakar ve liberaldi. Adam Smith iktisat konusunda Burke ile tamamen aynı düşüncede olduğunu yazdı” o dönemde. Anglo-sakson varlıklılar sınıfını savunan ve “Avam kamerasında milletvekilliği de yapmış olan Burke Winston Churchill’inde övgüsünü almıştı”. 18. yy. daki Burke muhafazakarlığı ile 21.yy. daki Gülen muhafazakarlığı arasında hiçbir fark yoktur her ikisi de kapitalist çağın muhafazakarlığıdır, ki peygamberler dönemi muhafazakarlığından farkları da budur.

Akıl’a (lara) ve vicdan’a (lara) ses vermek umudu ile diyelim.

Haftanın Sözü :

Ne kadar tanrı olmaya çalışırsan, tanrıdan o kadar uzaklaşırsın ve ne kadar insan olmaya çalışırsan tanrıya o kadar yaklaşırsın”. (Titus Carmelicus, 2004)

Exit mobile version