Site icon Rojnameya Newroz

ABD’NİN AFGANİSTAN ADIMI VE KÜRDİSTAN…

Geçtiğimiz günlerde Ortadoğu’ya dönmüş bir Asya gerçeğiyle karşılaştık. Bunun en yalın örneğini Afganistan`da gördük. Afganistan´da gördüğümüz manzara aslında yeni bir dünyanın başlangıcı idi ve bu yeni dünyanın yeni politikaları olacak ve bu politikalarda ışığında geliştirilecek yeni stratejilere bakmak son derece hayatidir.

Hasan Işık / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Uzun yıllardır Afganistan´da NATO çatısı altında pek çok Batili devlet Afganistan´da işgalci pozisyonunda bulunmaktaydı. Batı dünyası ağustos ayında buralardan çekileceklerini yönetimin mevcut Afgan hükümetine devrederek planlı bir geri çekilme ile ülkeden çekileceklerdi. Buraya kadar her şey normaldi ancak Taliban’ın doksan günde kuşatacağı tahmin edilen Kabil 3 günde düştü ve Amerikan silahlarıyla donatılmış üç yüz bini bulan bir düzenli ordu bir anda buharlaştı. Ve bir kez daha gördük ki ABD ve Batı aslında Taliban’la görüşürken Afganistan çoktan Taliban’a teslim edilmişti. Bu son günlerde Almanya’sından, Fransa´sına kadar yapılan diyaloga sıcak bakarız açıklamaları bunu kanıtlar nitelikteydi.

Evet resim, fotoğraf, sanat, demokrasi, özgürlük gibi bütün kavramlara savaş açan insanlık ve kadın düşmanı olan, tarih öncesi devirlerden gelmiş Taliban, Avrupa ülkeleriyle diyalog geliştirebilirmiş. İste Avrupa´nın insan hakları ve demokrasi değerlerinin gerçek yüzüyle bir kez daha karşılaştık.

Demokrasi adası aynı Avrupa ülkeleri tarafından sömürge edilmiş, pay edilmiş ülkelerinde yaşama imkanı bulamamış Kürtlerle bir asırdır nedense hiçbir şekilde diyalog geliştirme yoluna gitmemiş hatta Kürt kurum ve faaliyetlerini tamamen kanunsuz bir şekilde Avrupa’da dahi yasaklamanın yoluna gitmiştir. Bugün Ortadoğu’da IŞİD barbarlığından sonra halkların demokratik ve özgür yaşam alanı haline gelmiş Rojava ile nedense Taliban’a karşı duyduğu diyalog isteğini göstermemiştir. Hatta Rojava’nın işgaline göz yumup ön ayak olmuştur.

Meseleyi buradan alarak Afganistan ve Taliban üzerinden konuyu Türkiye ve Kürdistan özelinde irdelemek daha önemli olacaktır.

Türkiye açısından irdelersek ilk olarak ortada gündemden hiç düşmeyen bir Afganlı göçmen akını var. Elbette ki göçmen sorunu insani meseledir.  İnsanların daha iyi bir yaşam için başka bir coğrafyaya taşınmaları en insani haktır ancak Türkiye’deki siyasi otoriteler ve bunların ürettikleri politikalardan dolayı Türkiye´de olay bambaşka bir hal almıştır.

Geçtiğimiz günlerde Ankara´da Suriyelilere dönük saldırılar ve adına Millet İttifakı denen; mevcut iktidardan sözüm ona daha demokratik ve insani bir alternatifin adresi olarak görünen partiler bile göçmenlere dönük korkunç derecede faşist refleksler geliştirdi.

Buda bize şunu gösterdi ki aslında Türkiye de adı ne olursa olsun statükonun partileri bazı konularda bütün insani değerleri bir tarafa bırakarak tek vücut yekpare ırkçı olabilme özelliğine sahiptirler.

Örneğin bir CHP’li belediye başkanı Nazileri bile hayrete düşürecek ırkçılıkla yabancıların (kendi tabirleriyle) temel yaşam kaynakları olan su ve elektrik gibi ihtiyaçların Türklerden 10 kat fazla olarak faturalandırılmasını ve bunların bu politikalarla ülkeden uzaklaştırılması gerektiğini utanmadan savunurken kendi partisinden herhangi bir kınama ya da istifa süreci gibi hiçbir tasarruf uygulanmamıştır. Bir diğer konu “Hudut Namustur” diye ırkçı ve barbarca eril söylemi dillerine dolamışlardır. Ancak buralara göçmek zorunda kalan insanların ülkelerine  asker göndermek için askeri teskerelerin hepsine evet demişlerdir. Bu iğrenç ifadeyi kullanmaktan ar etmekle beraber sormak zorunluluğuyla bir empati yolunu açmak adına sorulması gereken şu soruyu sormak gerekmekte.  

Madem “Hudut namussa” Libya’dan Ermenistan’a, Suriye´den Kıbrıs’a, Kürdistan´ın her yerinde işgalci pozisyonunda olarak başkalarının namuslarına neden saygı duyulmamakta, namusa saygı duymayanların alacağı sıfatlar bu kadar rahatlıkla nasıl kabul edilmekte?

Bu söylemde gördüğümüz manzara şu ki AKP-MHP despotik iktidarının alternatifi gibi görülen Millet İttifakı çoktan kentli milliyetçi İYİ Partiye benzemiş bile. Anlaşılan o ki millet ittifakının fikir partisi İYİ Partidir.

Göçmen meselesi dışında tekrar Afgan mültecilere dönersek ülkeye gelen Afgan göçmen yapısına bakarsak bunlar genç ve erkek hepsi potansiyel birer asker adayı, içlerinde nedense kadın mülteci yok, eğer bu insanlar canlarını kurtarmak için geldilerse orda kalan bunların dışındakilerin canları ne olacak tabi ki de bu kimsesin umurunda değil.

Tabloya bakıldığında aslında Amerika oradan kaçmadı ve hiçbir şey kaybetmedi, kimsenin tepkisini çekmeden milyarlarca dolarlık ordu ve silahı Taliban’a teslim ederek cıktı. Peki neden?

Artık yeni bir soğuk savaş dönemi açıldı ve bu soğuk savaş artık ABD ve Sovyetler arasında değil. Bu yeni savaş ABD ile Çin arasında ancak bu yeni savaşın farklı karakteri bölgelerdeki dinamikleri kullanarak Batının burnunun kanamadığı, ekonomik ve politik olarak yürüteceği savaşı aracılarla sahada da yürütmek. İşte bunun için İslam coğrafyasına baktığımızda bu tablo karşımıza çıkacaktır. Belki de ilerleyen süreçte Afganlar Türkiye tarafından Amerika finansıyla eğitilerek Orta Asya’da Müslüman yapılar da kullanılarak Çin’in başına bela edilecekler. Evet, Amerika Taliban’a ülkeyi bu sebeple teslim etti. Yani Taliban’la savaşmak yerine müttefiki Taliban aracılığıyla Çin’i baskı altına almak istiyor.

Bu sebeple Türkiye’ye gelen Afgan mülteciler (belki de mücahitler) sadece ucuz işçi olarak değerlendirilmemeleri gerekmektedir. Zaten AKP iktidarının eğitim politikaları ile sokaklar vasat insanlarla doldu taştı yani Türkiye’nin kendi vasat  ve ucuz işçisi kendine yeter de artar bile.

Bu politikalara bir de Kürdistan açısından  bakarsak. Kürtler gibi büyük bir güce böyle bir misyonun verilmemesi aslında Kürtlerin radikal İslamcı anlayışlardan uzak durması ve yeni bir yasamın kapılarını aralayacak politikanın üretenleri olmasıdır. Bu gelişmiş yapı Kürtleri emperyal devletlerin saha görevlisi adaylığından uzaklaştırdığı gibi Kürtlere tarihi bir onur bahşetmektedir. Bu durum Kürtlere hem kazandırırken hem de Kürtleri hedef tahtasına oturtmakta.

Görünen o ki Biden döneminin Kürtler için pek çok riski de beraberinde barındırdığını bu gelişmeler bize bir kez daha göstermiştir. Pek çok açıdan tam bir yıkım yaşayan Türk devleti artık bu yeni süreçte tarafını belli etmiştir. Ancak pazarlık masasında ne isteyeceğini tahmin etmenin çok da zor olmadığı Türk devlet aklının çok yakın bir süreçte ABD’nin Irak ve Suriye’den çekilmesiyle tüm Kürdistan’ı topyekun işgal riski beklemektedir. İşte tüm Kürdistan güçlerinin parçalı yapılarını bir kenara bırakarak acilen bu riski görmesi ve buna karşı politikalar ve savunma mekanizmaları gerçekleştirmeliler. Kürtler çok büyük bir kaybetmenin ve kazanmanın eşiğindeler. Sonucu uluslararası dengelerden çok Kürtlerin tutumu belirleyecektir.

Exit mobile version