ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’de İran ilintili unsurları hedef alarak savaşı genişletmeyi öneren ekibi ile bunun sonu gelmez çatışmaları körükleyeceğini düşünen kurumsal kanat arasında bocalarken, tartışmanın sahaya yansıması yereldeki çelişkileri derinleştiriyor.
ABD’nin İran’ın bahane yapıldığı yeni Suriye siyasetinde ibre nereye yatarsa yatsın Kürtlere verilen yerin değişmeyeceği anlaşılıyor. Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) önüne konulan hedefin Rakka’nın ötesine geçmesi ABD’nin, İslam Devleti’yle (İD) mücadelenin ötesinde uzun vadeli bir planlama içinde olduğunu gösteriyor.
İD’den kurtarılan Tabka Üssü’ne Amerikalı güçlerin yerleşeceği, YPG’nin Irak-Suriye sınırında Ürdün’den beslenen muhaliflerin eğitildiği Tanaf üssüne sevk edileceği, Rakka’dan sonra Deyrezor operasyonunun başlatılacağı ve Kürtlerin İran unsurlarını önlemede misyon üstleneceği yönündeki iddialar ile Kürtlerin Katar-Suud krizinde Suudi Arabistan’ı kayıran acıkmaları “Amerikan-Kürt ortaklığı nereye gidiyor” sorusuna yol açıyor.
Al-Monitor’a konuşan üst düzey bir YPG komutanı İD’le mücadelede Suriye’nin her tarafına gitmeye hazır olduklarını ama İD’le mücadele kapsamı dışına çıkan hiçbir ortaklığa “Evet” demediklerini kaydetti. İran’ı sorun olarak gördükleri halde onlara karşı bir savaşın parçası olmayacaklarını, Tanaf’a gitmek gibi bir planın da bulunmadığını vurguladı.
“ABD Kürtleri kullanıyor mu?” ve “Kürtler ABD’ye ne kadar güvenebilir?” yönünde soruları artıran bir dizi gelişme ardı ardına yaşandı:
Erbil merkezli haber ajansı Basnews, YPG’nin ABD’nin talebi üzerine Suriye-Ürdün-Irak üçgeninde yer alan El Tanaf bölgesindeki askeri üsse güç göndereceğini, Kürtlerin İran bağlantılı grupları önlemede rol alacağını yazdı.
Xeber24.org sitesi ise Amerikan güçleri ile YPG arasında 10 yıllığına bir anlaşma sağlandığını öne sürdü. Buna göre YPG teröre mücadelede müttefik sayılacak, ABD, YPG’ye her türlü desteği sağlayacak, ABD, SDG’nin tüm Kuzey Suriye’de ordu olarak teşekkülüne yardım edecek, YPG, SDG bünyesinde kalacak, YPG, Rojava’dan komşu ülkelere saldırı olmayacağını garanti edecek, YPG, bölgedeki Amerikan askerleri ve üslerinin güvenliğini temin edecek.
Bu iddialara paralel olarak Kürt yetkililer Katar-Suud geriliminde Riyad’dan yana beyanatlarda bulundu. Önce Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı İlham Ahmed, Suudi gazetesi El Riyad’a verdiği demeçte “Suudi Arabistan, Suriye için kardeş ve Müslümanlar için önemli bir ülkedir. SDG, Suriye’de çatışmaları bitirip mezhepçilik ve milliyetçi projelerden uzak demokratik bir Suriye’nin inşasıyla istikrar sağlama arayışında olan ülkelerle iş birliğine hazırdır” ifadelerini kullandı. Katar’ın Suriye’deki rolüne ilişkin soruya şöyle yanıt verdi: “Katar dahil Suriye krizine müdahil olan birçok bölge krizin çözümünde olumlu rol oynayabilirdi ama onların gruplara desteği muhalefette bölünmeye neden oldu ve bu durum bütün Suriye’de aşırılıkçılık ve terörizme kapı araladı.” İran’ın rolüne ilişkin ise “Suriye’de mezhepçi ve milliyetçi projelere yer yok” dedi.
Ardından Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eş Başkanı Salih Muhammed Müslim aynı gazeteye verdiği röportajda, Türkiye gibi İran’ın da Kürtlerin hakları konusunda düşmanca tutum içinde olduğunu ve bu yüzden Kürtlerin Suriye’de haklarını elde etmesinden korktuğunu söyledi.
Halbuki Kürtler şimdiye dek Suriye’de cihatçı grupların palazlanmasından Katar ve Türkiye kadar Suudi Arabistan’ı da sorumlu tutuyordu. Vahabi ideolojisinin yayılmasının tehlikelerine en fazla dikkat çekenler de Kürtlerdi. Elbette Kürtlerin İran’la ilgili şüpheleri hep olageldi. Rojava’da hükümet unsurlarıyla yaşanan bazı çatışmaların arkasında hep İran parmağını aradılar. Yine de bu süreçte İran’a cephe almaktan kaçındılar. Suriye krizine paralel olarak İran’da Kürtlerle çatışmasızlık sürecine girildiğini de hatırlatmak gerekiyor.
Rojava’nın aktörleri ekim 2014’te Kobani kuşatması sırasında ABD ile kurulan ortaklığı “İD tehdidi karşısında kalınan bir mecburiyet” diye izah ediyordu. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) etiketli bir sürü örgütü eğitip donatan ama sonuç alamayan ABD, Suriye sahnesinde var olmak için Kürtlerle ortaklığı kullandı. Kürtlerin elini güçlendiren ve yerel aktör olarak kendi gerçeğini dayatan bu durum, güçler arası denge gözeten ‘üçüncü yol’ stratejisine de aykırı değildi. Suriye yönetimiyle kontrollü gerilim ile dolaylı iş birliğinin şekillendirdiği denge siyaseti, uluslararası aktörlere sıra geldiğinde hem Rusya hem ABD ile diyalogu vaaz ediyordu. Sonra Türkiye’nin Rojava’ya yönelik artan saldırıları karşısında Amerikan güçleri kalkan görüntüsüyle araya girerek ilişkilerdeki dengeyi kendi lehine çevirdi.
Bu noktadan sonra “Mecburiyetten mahkumiyete giden bir yol mu?” sorusu, hem Kürtlerin hem de bölgenin geleceğinin şekillendiği bu süreçte önemli hale geldi. Fırat Kalkanı Harekatı’na kadar Rakka operasyonuna katılmayı bile “Kürt bölgelerinden uzaklaşmak gerekli mi değil mi?” diye tartışan Rojava’nın aktörleri, ortaklığın içeriği ve kapsamı değiştikçe yeni bir eşiğe geldi. SDG, Fırat’ın güneyine geçerek Tabka Üssü’nü ele geçirip ardından Rakka istikametinde Suriye ordusunun önünü kesen hamlelerde bulunarak Suriye ve Rusya’yı dikkate alan ihtiyatlı yaklaşımdan uzaklaştı. Bu da Kürtlerin tercihlerini kesin olarak ABD’den yana yaptıklarına dair kanaati güçlendirdi.
Bütün bunlara karşın Al-Monitor’a konuşan YPG komutanı daha temkinli bir yaklaşım sergiledi.
YPG komutanı, Fırat hattından uzaklaşan operasyonlarla ilgili şöyle dedi: “Amerikalıların Tanaf’la ilgili bir planı vardı ama Suriye-İran güçlerinin Irak sınırına ulaşmasıyla boşa çıktı. Ürdün’deki güçleri Deyrezor’a kadar getirmek istiyorlardı. Onlar geldiklerinde bizimle sınır olacaklardı. Fakat bizden böyle bir şey istemeleri mümkün değil. Güçlerimizi başka bir yere sevk edemeyiz. Biz kuzeyden güneye doğru bölgelere ilerliyoruz. Elbette teröre karşı savaşı büyütmekte istekliyiz. Ortak cephe oluşturmaya varız fakat bir güç transferi mümkün değil.”
Kürtlerle ABD’nin 10 yıllığına anlaştığı iddiasına da şu yanıtı verdi: “Böyle bir anlaşma yok. Öyle bir tartışma söz konusu değil. Tabii pratikte bu tür bir ortaklık var. ABD’nin sunduğu destek ciddi boyutlara ulaştı. Fakat ortaklık resmi bir belgeye dönüşmedi. Zaten ABD ile aramızdaki çelişki de bu noktadadır. Her şeyi birlikte yapıyoruz ama hiçbir şey resmiyete dökülmüyor.”
Yetkili Katar’a karşı Suudi Arabistan’ı kayıran açıklamalarla ilgili de şunları söyledi: “Oluşan kaos karşısında bir siyasi tutum sergilendi. Bana göre doğru bir davranış değildi. Suudi Arabistan en az Türkiye kadar Orta Doğu’daki kaosun müsebbibidir, Kürtlerin de düşmanıdır. İhtiyaca binaen siyasi bir tutum sergileme gereği duyuldu sanırım. Stratejik bir yaklaşım olarak görmüyorum.”
YPG komutanı, İran etkisini sınırlama konusunda ABD’nin olası taleplerine karşı Kürtlerin yanıtıyla ilgili de şunları kaydetti: “Şimdiye kadar DAEŞ’e karşı kurulan ortaklığın bir benzerinin İran’a karşı kurulması stratejik ve ideolojik olarak yanlıştır. Emperyalizm değirmenine neden su taşıyalım? Emperyalist güçlerle aynı temelde duramayız, gerici güçlerle de ortak olamayız. Böyle bir şey mümkün değil. Stratejik olarak bakmak gerekirse bizim özelde Kürtlere, genelde Suriye’nin geleceğine dönük ciddi projelerimiz var. Suriye’nin demokratikleşmesi ve buradan hareketle Orta Doğu’nun demokratikleşmesi. Hedefimiz budur. ABD’nin böyle bir derdi yok. Kurduğumuz uluslararası ortaklıklar bu projelerin hayata geçirilmesine yardımcı olacak mı? Biz buna bakıyoruz. Bize siyasal garanti gerekiyor.”
YPG komutanı, ABD’nin Tabka üssüne yerleşeceğine dair iddialara yanıt verirken Kürtlerin 17 Haziran’da Himeymim’de Ruslarla yaptıkları görüşmeyi anlattı: “ABD’nin birinci dereceden koordineli çalıştığı güç Rusya’dır. Tabka’ya dair Rusya ile pazarlık yaptılar, bizimle değil. Suriye’de siyaseti yöneten iki güç vardır: Rusya ve ABD. Suriye’nin bütünlüğü ve demokratikleşmesi için çaba harcıyoruz. O yüzden Suriye’nin neresinde olursa olsun gücümüz yettiği kadar her yerde savaşmaya hazırız. Rusların Kürtlere eleştirisinin nedeni Rakka değil Tabka’dır. İki gün önce Himeymim üssünde oturup kaygılarını gidermeye çalıştık, tartıştık. Fırat’a kadar gelmenizde mutabakat var, suyun güneyine inmemizden rahatsızlar. Biz 25 kilometre indik. ‘Fırat doğal sınırdır’ dediler. Bu sınır, ABD ile Ruslar arasındadır. Ben de dedim ki ‘Sınır çizmeyin, biz Şam’a da gitmek istiyoruz. Sınır çizmek bölünme senaryosudur. Fırat doğal bir sınırsa bu bölünmedir. Sınırı siz çiziyorsunuz.’ Ruslar şaşırdılar. Rusya ile ortaklık konusunda bir sorunumuz yok ama Suriye’yi öne sürdükleri için sorun çıkıyor. Anayasasını değiştirsin, Kürtleri kabul etsin, o zaman Suriye yönetimiyle de ortaklık kurarız. Bizim derdimiz sadece Kürtlere özerklik verilmesi değil ki.”
YPG komutanı ABD’yi Suriye’ye soktukları yönündeki eleştirilere de “Kürtlerin önünde iki yol var: Ya kendi yollarını çizecekler ya da ölüm döşeğinde kalmaya devam edecekler. ABD, Kürtlerin desteği ile bölgeye girdi, bu doğru. Bizimle olmasa Suriye’ye giremezdi. Ancak Kürtler 100 yıldır eziliyor. Biz ölümden dönüyoruz. Diğer gerçeklik de şudur: ABD ile ortaklığa girmeseydik kısır döngüden kurtulamazdık. Ya Suriye iş birlikçisi olarak görülmeye devam edecektir ya da kendi oyunumuzu oynayacaktık” yanıtını verdi.
Askeri ortaklığa rağmen siyasi tanımaya yanaşmayan ABD ile birlikteliğin geleceğini Kürtler de tartışıyor. “Kürtler Trump ile birlikte güncellenmiş Amerikan siyasetinin ne denli taşıyıcı kolonu olacak?” sorusu yanıtını ararken ABD’nin eski Şam Büyükelçisi Robert Ford çarpıcı bir uyarıda bulundu. Ford, ABD’nin Kürtleri sadece İD’le savaş için kullandığını ve Amerikalılara güvendikleri için Kürtlerin ağır bir bedel ödeyeceğini belirterek “Washington, ABD ordusundan Batı Kürdistan’ı Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir bölge olarak savunmasını istemeyecektir” dedi.
Bir tarafta ABD ile ortaklığın sunduğu fırsatlar diğer tarafta yarın Suriye ve Türkiye ile karşı karşıya bırakılma korkusu. Buna İD’den sonra Arap coğrafyasında Kürtlerin yüzleşeceği tepkiler de eklendiğinde Ford’un sözleri biraz daha ciddiyet kazanıyor.
al-monitor.