“Tarih uyanmak için
uğraştığım bir kâbustur.”[1]
“YARGILA(NMA)MA”YA DAİR GERÇEK(LER)
12 Eylül “yargısı”na dair somut gerçek(ler)den söz etmeyen tüm değerlendirme ve beklentiler karşılıksız ve anlamsızdır notunu düşüp, kimi verileri yorumsuz, olduğu gibi sıralayalım:
- i) Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül davasında sanıklar Kenan Evren ile ayakta tedavi gördüğü ortaya çıkan Tahsin Şahinkaya’nın tutuklanması talebini reddetti. Darbeci generallerin duruşmalardan vareste tutulmasına (katılmamasına) karar veren mahkeme, sanıkların telekonferans yoluyla duruşmaya katılmasına da gerek olmadığına hükmetti![9]
- ii) Yürürlükteki siyasi partiler mevzuatının ana belgesi “Siyasi Partiler Kanunu”, 12 Eylül askeri yönetiminin bizzat çıkardığı kanundur. Kabul tarihi: 22 Nisan 1983… 12 Eylül’le hesaplaşıldığını ileri sürenler AKP’nin seçim barajları başta olmak üzere o rejimin çıkardığı 600’ü aşkın kanunla hükümet ettiğini görmezden geldiler![10]
iii) 12 Eylül darbesi nedeniyle Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan davanın dosyasına giren ve darbenin hemen sonrasında Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan raporlarda “Türkiye’nin savaşta olduğu” belirtiliyorken; belgelerde bir savaştan çıkıldığı, işkencenin de münferit olduğu söyleniyordu![11]
- iv) Genelkurmay Başkanlığı’nın 12 Eylül davası için mahkemeye gönderdiği belgelerde, bazı kişilerin “işkence veya kötü muamele” sonucu öldüğü kabul edilse de; belgelerde birçok ölümün “Emniyet binasının yüksek katlarından atlayarak intihar” olarak yansıtılması dikkat çekti![12]
Genelkurmay Başkanlığı’nın o dönemde iddialar üzerine bir bilanço da çıkarttığı, tarih belirtilmeyen ancak 1982 sıralarında hazırlandığı anlaşılan yazıya göre, 16 kişinin işkenceden öldüğünün belirlendiği, 33 kişinin doğal nedenlerle, 25 kişinin intihar sonucu, 14 kişinin kaçarken, 71 kişinin çatışmada öldüğü kaydedildi. 60 ölüm olayının ise soruşturulduğu belirtildi. Aynı yazıda, cezaevindeki ölüm olayları için de 2 kişinin işkenceden, 25 kişinin doğal nedenlerle 14 kişinin intihar, 7 kişinin açlık grevi sonucu öldüğü ifade edildi. [13]
- v) Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi 12 Eylül davası kapsamında MİT, Adalet Bakanlığı, Jandarma ve Kara Kuvvetleri’nden 12 Eylül askeri darbesi sonrasında başta Mamak olmak üzere cezaevlerinde yapılan işkencelerle ilgili kurum içerisinde bulunan bilgi, belge ve özellikle görüntü kayıtlarını istemesi üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 12 Eylül döneminde cezaevlerinde yapılan işkencelerle ilgili bilgi ve belge isteyen mahkemeye tartışma yaratacak bir yanıt verdi. Darbe sonrasında cezaevlerinde yapıldığı iddia edilen işkencelerle ilgili arşivinde “ayrı bir fihrist veya kayıt sisteminin bulunmadığını” bildiren Kara Kuvvetleri, sıkıyönetim savcılıkları ve mahkemelerinde toplam 31 bin 219 dosya bulunduğunu, bunların tek tek her sayfasının incelenmesinin fiilen mümkün olmadığını savundu. Komutanlık, mahkemeden işkence gördüğünü iddia eden sanık ismi, yargılandığı sıkıyönetim mahkemesi ve dosya esas numarasını istedi ancak bu yolda dahi incelemenin çok uzun süreceğini iddia etti![14]
- vi) Genelkurmay Başkanlığı’nın mahkemeye gönderdiği 15 klasörlük dosya, 12 Eylül döneminde cezaevlerinde yapılan işkence ve kötü muamele iddialarının nasıl örtbas edildiğini ortaya koydu. Erzurum Özel Askeri Ceza ve Tutukevi’nde mahkûmların şikâyeti üzerine İl Jandarma Alay Komutanı başkanlığında oluşturulan Tahkikat Komisyonu Heyeti, hazırladığı raporda “3 tutuklu üzerine neden ileri geldiği belli olmayan yara izleri tespit edilmiştir” dedi. Aynı heyet, buna karşın “iddiaların asılsız olduğu ve bunları kanıtlayacak delil elde edilemediği” sonucuna vararak dosyayı kapattı. Heyet, bununla da yetinmeyerek şikâyette bulunanların asıl amacının “başta cezaevi müdürü olmak üzere cezaevi idaresini yıpratmak” olduğu “kanaat”ini de raporuna not düştü![15]
vii) 12 Eylül darbesinin mimarları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında “sistematik işkence” suçundan soruşturma sürdüren Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu, darbe mağduru öğretmenin yaptığı suç duyurusuna “delil bulunmadığı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi![16]
viii) Mesela Amasya’da 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından “işkencehaneye” çevrilen Suluova Et Balık Kuru Tesisleri’nde (EBK) işkence gören Hasan Kaplan’ın şikâyeti üzerine Yüzbaşı Atasoy Fitos, Başçavuş Burhan Yöntem ve Jandarma Başçavuş Kenan Kanat hakkında açılan davada, Amasya Ağır Ceza Mahkemesi davanın zamanaşımından düşürülmesine karar verdi. Yaşananlar işkence mağdurlarını isyan ettirdi![17]
- ix) “12 Eylül’ün anlaşılması için cezaevlerinde yaşananlar, özellikle de Diyarbakır Cezaevi vahşeti önemli” diyen Sezgin Tanrıkulu, kadınların 12 Eylül’ün işkencelerini anlatmakta hâlâ zorluk çektiklerini vurguluyor, tecavüzlerin, tacizlerin daha dillendirilmediğini… Bu suskunlukta toplumda egemen olan cinsiyetçi bakışın etkisi büyük. O nedenle toplumsal koşulların da kadınların yaşadıklarını dillendirip 12 Eylül’den hesap sormaları için olgunlaştırılmasını istiyordu;[18] çünkü!
12 EYLÜL’ÜN DİYARBAKIR 5 NO’LU CEZAEVİ’NDEN TANIKLIKLAR…[19] | |
NURETTİN YILMAZ | “Oturtuyorlardı bizi. Sen ya içeceksin bu pisliği, lağımı, çok affedersiniz, böyle bok parçaları dolaşıyor… Ya içeceksin, yahut da senin başını banyo yapacağım. İçer miyim? Arkadan ayağımı çekiyor, şöyle çat düşüyor, bütün başın yüzün o pislik içerisinde.” |
MESUT BAŞTÜRK | “Askerlerden kaşınmak için müsaade istiyorduk. Korkunç derece bit var, binlerce böyle. Duramıyorsun, sürekli kaşınıyorsun, esas duruşta böyle ellerin dizlerinde durmak zorundasın. Hiçbir şey demeyeceksin, kaşınmak istediğin zaman işte diyeceksin, faraza ben diyorum, Mesut Baştürk Diyarbakır, emret komutanım! Diyor söyle ulan i.ne nedir? Ben bir dakka kaşınabilir miyim? Eğer asker biraz insafa gelmişse, diyor kaşın işte i.ne falan. Sen de kaşınıyorsun yani.” |
NURCAN ÇAMLI MARAŞLI | “Meryem 13 yaşında, kısa boylu, böyle al al yanakları olan, çok böyle canlı, direngen, adeta böyle meydan okuyan o işkencecilere, o küçük yüreğiyle, böyle moral kaynağı olan bir yapıdaydı. Meryem de tutup yazmış ailesine, saçlarımız kesildi diye. Bu mektubu yiyeceksin dedi. Meryem’den tık yok. O kâğıdı aldılar, Meryem’in ağzını zorla açtılar, açmıyor ağzını. Çok dirençli bir çocuktu. İki asker parmağını ağzına sokarak, resmen kenetlenmiş böyle dişleri, açmıyor. Onu zorla Meryem’in ağzına koydular. Ağız böyle şişti. Çiğnemiyor. Esat kuduruyor. Bunu yutacaksın diyor. Mümkün değil, Meryem’i ikna edemediler, Meryem yine bir dayak faslı yaşadı.” |
PAŞA UZUN | “Benim bir dişim ağrıyordu, sekiz tane dişimi çektiler…. Uyuşturmadan sekiz dişimi çektiler. Ya sekiz dişimi niçin çekiyorsun? Doktorsun, tamam uyuşturmadın, onu da anladık, cezaevidir, belki olanaklarınız yoktu. Bari iki tane çek!” |
AZİZ KARATAŞ | “O cezaevi süresince annemle tek bir kelime konuşmadım. Gelirdi, yüzüme bakardı, ondan sonra giderdi. Çünkü Türkçe bilmiyordu. Nasılsın diyordum, böyle gözlerinden yaşlar akıp bakıyordu.” |
ABDULLAH DELİBALTA | “Biz kenarda hazır olda bekliyorduk…. Bir kalas inip bir kalas kalkıyordu. Derken bunlar çıktılar, biz arkadaşlarla Hasan Çakır ve Ali Sarıbal’ın üzerine gittiğimizde, Hasan baygın yatıyordu. Ali Sarıbal ise her tarafı morarmış, boğazından hırıltılar çıkıyordu. Biz anladık Ali Sarıbal’ın gittiğini.” |
FERİDUN YAZAR | “Bir tane arkadaş yemeği dağıtırken, merdivenden geç çıktı, yani o koca askeri karavanayla merdivenden çıkacak, çok süratli ama… Son sayıyorum, dağıt diyor. Nasıl dağıtsın, üç kat daha çıkacak. Tekmeyle vurdular, çenesi kırıldı ve öldü. Ve bize imzalattılar, kendisi ayağı kaydı düştü diye.” |
SELİM DİNDAR | “Gece üç buçuk dört arası, büyük bir patlama sesiyle uyandık…. Hepimiz Alevîn olduğu yere geldik. O alevlerin içinden bir ses yükseldi. ‘Bu bir yangın değildir, bu bir eylemdir’ dedi. Bu süreç bir-iki dakika, belki üç dakika sürdü. Baktık ki, kafa kafaya vermiş dört tane insan çıktı ortaya. Tabii onları ayırıp… Hâliyle ben tanıdığım insanın üzerine gittim. Ferhat Hoca dişlerini kenetlemiş böyle, nefes alıp veriyor, bir tılsım sesiyle.. Eğildim, hocam bir şeyler söyle dedim…. Daha önce onunla yan yana geldiğimizde türkü söylüyordum, Kürtçe. Bu türkülerden beğendiği bir türkü vardı, Sevdariye. Sevdariye sevgilim demektir. Bana dedi o türküyü söyle. Şimdi söylemek bir türlü, söylememek bir türlü. Hem söylüyorum hem ağlıyorum…. Bana moral vermek için, tebessüm etti. Tebessüm edince de, yanaklarından etler döküldü…” |
İPEK GÜR | “Cezaevinin tepesinde böyle koca bir kulübe vardı, Esat Yıldıran da orada dikiliyordu. Oradan indi geldi, bir Kürt anasının önüne. Dedi ki ana, bak şu çocukların seni ne perişan ediyorlar. Bunları doğuracağına taş doğursaydın dedi. O Kürt anası başını kaldırdı, şöyle yüzüne baktı, analar ne doğuracağını bilseydi, senin anan da seni doğurur muydu dedi. Ayyy, o anda her taraf buz kesti.” |
REMZİ ERCANLAR | “Şu büyüklükte bir farenin kuyruğunu tutmuştu, sallıyordu. Sandalyenin üzerinden sırtüstü yıkıldım. Ve düşer düşmez o fareyi, hem yüzüme vuraraktan, bir kedinin fareyi parçalar gibi parçalayıp ağzımın içerisine sokmaya başladılar ve o fareyi bana yedirdiler. Dedim ki istediğiniz her şeyi yapacağım ama beni koğuşa götürün, bir üstümü değiştireyim, kendime geleyim, yıkanayım. Koğuş sorumlusuna dedim ki bana jilet verin, tıraş olacağım. Üstüme dökebildiğim kadar su döktüm, özellikle ağzıma almaya çalışıyorum, içimdeki pisliği atmaya çalışıyorum. Gittim en sondaki ranzaya, arkadaşlar dedim, ihanet etmektense, devrim için, halkım için kendimi öldürüyorum. Boynuma jileti vurdum.” |
- x) 12 Eylül döneminde Mamak Cezaevi’nde askerlik yapan Eşlik, “Bize zorla işkence yaptırdılar. İşkence yapmaktan psikolojim bozuldu” deyip darbeyi yapanlar ve Mamak Cezaevi’ndeki görevliler hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Yaptığı işkenceler nedeniyle psikolojisinin bulunduğunu bu yüzden evlenemediğini söyleyen Eşlik, pişman olduğunu belirterek işkence mağdurlarından “helallik” istedi![20]
- xi) 12 Eylül’de Ankara’da yapılan işkencelere ilişkin soruşturma 3 yılda 3 savcı değiştirdi. Dosya şimdi yeni savcısını beklerken bir numaralı işkenceci Raci Tetik huzurevinde![21]
xii) Berfo Ana, gözaltında kaybolan oğlunu ararken Kars Başsavcılığı’nın soruşturma açıp “takipsizlik” kararıyla sessiz sedasız kapattığı ortaya çıktı. Göle’de, 12 Eylül darbesinden hemen sonra gözaltında öldürülüp cesedi kaybedilen Cemil Kırbayır’ın katilleri hakkında üç yıldır dava açılması beklenirken, Kars Adliyesi’nin deposundan 2002 yılında verilmiş bir “takipsizlik kararı” çıktı. Mahkeme, Cemil Kırbayır’ın ölümüyle ilgili soruşturmaya devam edilmesini isterken savcılık “Ortada ceset yok” diye dava açmadı![22]
xiii) Ve nihayet 12 Eylül 1980’deki askeri darbesinden tam 34 yıl sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’yı müebbet hapse mahkûm eden Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 360 sayfalık gerekçeli kararında, delil klasörü sayısının toplam 121 olduğu belirtildi.
Gerekçeli kararda, “İddia edilen bu eylemlerle ilgili ayrıca açılmış bir kamu davası bulunmadığından mahkememizce bu eylemlere yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır,” ifadesi yer aldı![23]
xxii) Son olarak da; ‘Devrimci 78’liler Federasyonu’, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasına gönderilen belgeler ışığında işkence iddialarında adı geçen 1656 kişiyi açıkladı.
Federasyon tarafından hazırlanan 3 ayrı listede toplam 1656 kişinin adı yer alıyor. Bu listelerde dikkat çeken isimlerden öne çıkanlar şöyle:
“Eski Emniyet Müdürü Necdet Menzir, eski Ordu Valisi Kemal Yazıcıoğlu, eski Denizli Valisi Recep Yazıcıoğlu, eski Vali Saffet Arıkan Bedük, Nevzat Ayaz, Hayri Kozakçıoğlu, Kenan Güven, Cengiz Bulut, Reşat Akkaya, Tevfik Başakar, eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar.”
Listelerde “bazı MİT görevlileri ve muhbirleri”, “Emniyet Genel Müdürleri, Emniyet Müdürleri, Şube Müdürleri, İşkenceci Polisler ve Ordu Mensupları”, “İzmir, İstanbul, Kars, Bingöl, Şebinkârahisar, Muş, Adana, Trabzon, Gaziantep, Bursa, Rize Çamlıhemşin, Emniyet Müdürlüklerindeki İşkenceciler”, “Kahramanmaraş Emniyetinden İşkenceci Polis Sedat Caner’in İtiraf Ettiği İşkenceciler” ile “Haklarında İşkence Yapmaktan Dava Açılan Ancak Cezalandırılmayan İşkencecilerden Bazıları” başlıklı bölümlerde de isimlere yer verildi.
Tutuklular üzerinde deneyler yaparak kobay olarak kullanan doktorlar, işkenceci doktorlar, işkence görenlere işkence görmediğine ilişkin rapor düzenleyen doktorlara da yer verildi. 1982 Anayasası’nı hazırlayan ve idamları onaylayan danışma meclisi üyeleri, 12 Eylül hükümeti ve üyelerinin isimleri yer aldı…[24]
Bu kadar yeter değil mi?!
12 EYLÜL “YARGILANDI” (MI?)!
12 Eylül darbesinin mimarlarından Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın “ağırlaştırılmış hapis” cezasıyla cezalandırılması talebiyle hazırlanan iddianamenin, 10 Ocak 2012’de Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi üzerine Derya Sazak, “Umarız 12 Eylül davasını “tiyatro”ya benzetmezler!” derken; Can Dündar da ekliyordu: “Ben de.. 12 Eylül davasından heyecanlanamayanlardanım. Bunun nedeni ‘12 Eylül bitmedi ki, bütün kurumlarıyla ayakta’ diye özetlenebilir.”
12 Eylül soruşturmasını yürüten savcı Kemal Çetin’in, Kenan Evren’e karşı tavırlarını, “Biz ona devlet nezaketi gösterdik,”[25] diye açıkladığı 12 Eylül “yargılama(ma)sı”na ilişkin duruşmada Kenan Evren’in, “Biz, o gün doğru olanı yaptık. Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık”; Tahsin Şahinkaya’nın da, “O gün en doğru olan yapılmıştır. 12 Eylül tarihi olaydır. Tarihi olayları ancak tarih yargılar,” diyebilmeleri; veya Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya, kendilerinin “kurucu iktidar” oldukları vurgusuyla, ‘TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun ifadelerini almaya yetkisi olmadığını belirtip randevu talebini reddetmeleri, “yargılama(ma)”nın ne mana taşıdığını net biçimde ortaya koyuyordu!
Yani ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın ifadesiyle, “12 Eylül iddianamesini incelediğimizde görüyoruz ki öz itibarıyla 12 Eylül zihniyetini aklıyor.
12 Eylül’ün hedeflediği bugünkü neo-liberal düzeni överken 12 Eylül’ün ezdiği, yok etmeye çalıştığı sosyalist, devrimci ideolojiyi tekrar mahkûm ediyor. İddianame, AKP’nin tarihi kendi bakış açısından yeniden yazma çabasının uzantısından başka bir şey değil. 12 Eylül öncesinde yaşananları generallerin iktidar hırsının sonucu olarak yönlendirilen bir ‘sağ-sol çatışması’ gibi gösteriyor. 12 Eylül’le Türkiye’nin emperyalizmin neo-liberal küreselleşme doğrultusundaki politikalarına eklemlenmenin yolu açıldı. 12 Eylül öncesinde gerçekleşen ve iddianamede konu olan katliam ve cinayetlerse emekçi halkın yükselen devrimci hareketini bastırmak için, doğrudan kontrgerilla ve onların yönlendirdiği sivil faşistler eliyle gerçekleştirildi. Şimdi, 12 Eylül iddianamesi ve AKP’nin 12 Eylül’le hesaplaşma olarak gündeme getirdiği iddialarla, bu tarihsel gerçek gizlenmeye, emperyalizmin, sermayenin, sağ faşist hareketin sorumluluğunun üzeri örtülmeye çalışılıyor…
Bu iddianamede Evren ve Şahinkaya’nın sanık sıfatıyla yargılanması 12 Eylül düzeninin yargılanması manasına gelmiyor. 12 Eylül zihniyeti bugün de sürüyor. İçeride 100’e yakın gazeteci, milletvekilleri, öğrenciler, aydınlar var. Ekonomik manada 12 Eylül’ün önünü açtığı piyasacı düzen daha da acımasızca sürüyor. 12 Eylül öncesi emperyalizmin kanat ülkesi olan Türkiye füze kalkanıyla şimdi cephe ülkesine dönüştü. 12 Eylülcülerin koyduğu yüzde 10 barajıyla oluşmuş bir Meclis yapısı var hâlâ. 12 Eylül’le gerçek bir hesaplaşma aynı zamanda 12 Eylül’ün bugün AKP eliyle sürdürülen düzeniyle hesaplaşarak mümkün olabilir.”
Tamam! 12 Eylül darbe davası, darbeyi gerçekleştiren cuntanın yaşayan iki faili nezdinde yargılandı ve yüz yaşına merdiven dayamış Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Evren ve Şahinkaya 1991’de Turgut Özal’ın çıkardığı “şartlı tahliye” yasası nedeniyle çarptırıldıkları cezayı sekiz yıl yatarak çekmiş olacaklar.
Ancak 12 Eylül cuntasının insanlığa karşı işlediği sistematik suçun tarih önünde başka bir iddianamesi olduğunu hatırlatalım:
Milli Güvenlik Konseyi (MGK) isimli cunta, bu suçun birinci dereceden sorumlusudur, failidir. Ve MGK cuntası faili olduğu bu suçları, ele geçirdiği devlet mekanizmasını kullanarak işlemiştir. Dahası, o devlet mekanizması, örneğin devletin resmî istihbarat kurumu MİT, cuntacıların eyleme geçmesinin önünü açmış, yolunu düzlemiştir.
“Protokol” sırasına göre söyleyecek olursak;
Kuvvet Komutanlarının yanı sıra Genelkurmay Karargâhında görev yapan üst düzey komutanlar (mesela darbeyi “Bayrak Harekâtı” kod adıyla planlayan Genelkurmay 2. Başkanı, sonradan MGK cuntasının Genel Sekreteri Haydar Saltık), Sıkıyönetim Komutanları, cuntanın oluşturduğu hükümette görev yapanlar, dönemin MİT müsteşarları ve öncesi de dâhil olmak üzere darbecilerin gerek planlama gerekse de uygulama safhasında en büyük yardımcıları olan MİT’in diğer üst düzey yöneticileri, sonradan Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak düzenlenen adı “kontrgerilla”ya çıkmış Özel Harp Dairesi bünyesinde görev yapan komutanlar, Emniyet Müdürleri, Emniyet Müdürlüğü bünyesinde “siyasi şube” adı altında faaliyet yürüten işkence merkezlerinin sorumluları, 12 Eylül valileri, birer işkencehaneye çevrilmiş olan cezaevlerinde yöneticilik yapan işkenceci subaylar…
Devletin arşivlerini bilmem, ama 12 Eylül faşizminin gadrine uğramış olanlarının hafızasında bu suçluların tamamının isimleri mevcuttur.
12 Eylül davasının kapsamı genişletilmeliydi. Ancak mahkeme bu yöndeki ısrarlı talepleri dikkate almadı. Sadece bu yüzden 12 Eylül kararı, 12 Eylül darbesinin bir bütün olarak mahkûm edildiği bir karar olmamıştır.
Bu kararın “eksik” bir karar olmasının bir başka nedeni de, siyaseten mahkûm edilememiş olmasıdır…
Kimse kimseyi kandırmasın; 12 Eylül düzeni sürmektedir… [26]
Bir kere daha tekrar pahasına altını özenle çizelim: “12 Eylül Davası” tarihi, sembolik ve bir o kadar da siyasi. Ama tutarlılıktan uzak…
Sadece iki sanığı olan bir darbe davası ciddiyetle anılmayı hak eder mi?
İki cuntacıyı yargılayıp, onlar adına cinayet işleyenlere, işkence yapanlara dokunmamak, yüz binlerce 12 Eylül mağduru ve onların ailelerinin gecikmiş adalet ihtiyacını karşılamaya yetmez. 12 Eylül döneminde cuntadan emir alarak işkence yapan ve cinayet işleyenler de cuntanın ta kendisidir.
Emekli cuntacıların yanındaki sanık sandalyelerine, onların emekli işkencecileri de oturtulmalıdır.
Ve 12 Eylülcülere dokunup, onların ürünü yasalara dokunmamak da olmaz. Sendikal hakları budayan, çalışma hayatını cendereye sokan, parti içi demokrasiyi bitiren, siyasete katılımı sınırlayan, yüzde 10 seçim barajıyla demokratik temsili sakatlayan mevcut yasalar, ve daha önemlisi, 1990’lı yıllarda Kürt illerini ve Kürtleri kasıp kavuran o acımasız “düşük yoğunluklu savaş” uygulamaları şimdi sanık sandalyesindeki o cuntacıların marifeti değil midir?
LİBERAL ZIRVALARA SON
12 Eylül “yargılama(ma)”sına ilişkin dediklerimi tamamlamadan önce, liberallerin görmezden geldikleri gerçeğe dikkat çekmeden geçmemeliyim…
Orhan Kemal Cengiz’in, “12 Eylülcülerin yargı önüne çıkmış olmasının Türkiye demokrasisinin ‘muhafızların’ gölgesinden kurtulmasının miladı olmasını diliyorum…”
Tarhan Erdem’in, “21 Kasım 2012’de ilk kez, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yargıç karşısındaydı. Suç; darbe yapmaktır! Yargımız, siyasal hayatımız, sosyal barışımız ve daha birçok bakımdan bu davanın bitirilmesi yararlıdır…”
Murat Belge’nin, “12 Eylül davası başladı. Kendi hesabıma, kendi ömrümde böyle bir olaya tanıklık edeceğimi düşünmemiştim…”
Ahmet İnsel’in, “Bu dava, darbenin belli koşullarda gerekli ve yararlı olduğu fikrine karşı yapılacak bir demokrasi aşısı işlevi görme potansiyeline sahip,” türünden zırvalarıyla unutup, görmezden geldikleri, buraya kadar değindiklerim dışında bir kere daha altını çizerek aktarmam gereken olay şudur!
12 Eylül’de gözaltına alındıktan sonra kaybedilen oğlu Cemil Kırbayır’ın bulunması için 33 yıl mücadele eden “Berfo Ana” 105 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Berfo Ana yıllarca Cumartesi Anneleri ile birlikte oğlunu aradı, oğlunun kaybolmasından sorumlu tuttuğu Kenan Evren’e hesap sormak için 12 Eylül davasının duruşmasına katıldı. İki darbeci sanık Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın sağlık durumlarını gerekçe göstererek gelmedikleri duruşmaya, 104 yaşında olmasına karşın çocuklarının yardımıyla yürüyerek gelip, Evren’e şöyle seslenmişti: “Kenan Evren utanmadın mı? İnşallah evin yıkılır, yuvan dağılır, ocağın dağılır. Utanmaz. İki dünyada elim yakandadır.”
Berfo Kırbayır, ölmeden önce vasiyetini “Oğlumun kemiklerini bulmadan beni gömmeyin” diye açıkladı. Oğlu Mikail Kırbayır, “Annem devletten alacaklı olarak mahşere gitti. Belli ki alacağı mahşere kalmıştır,” demişti…
104 yaşında bizi bırakıp giden Berfo Ana’nın davası hâlâ karara bağlanmadı!
Bu bağlamda Celalettin Can’ın karşılıksız “hayali” beklentileriyle yol alabilmek mümkün değildir![27]Çünkü 12 Eylül’ü “yargılamak”, onu var eden zemini[28] aşmakla yani Karl Marx’ın, ‘Feuerbach Üzerine Tezler’de, “Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar,” diye formüle ettiği devrimci praksis ile mümkündür.
Gerisi, nihai kertede laf-ı güzaftır…
12 Eylül 2014 10:27:07, Ankara.
N O T L A R
[1] James Joyce, Ulysses, Çev: Nevzat Erkmen, Yapı Kredi Yay., 2012.
[9] “Sanıksız 12 Eylül Davası”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2013, s.13.
[10] Salih Uzun, “Evren Mahkemede, 12 Eylül Hayatımızda”, Radikal İki, 8 Nisan 2012, s.5.
[11] Mesut Hasan Benli, “Meğer Savaş Varmış!”, Radikal, 11 Nisan 2012, s.16.
[12] Alican Uludağ, “… ‘Seri İntihar’ Katları”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2012, s.4.
[13] Gökçer Tahincioğlu-Türker Karapınar, “İşkence ve İnfazlar İntihar Oldu”, Milliyet, 18 Haziran 2012, s.16.
[14] Alican Uludağ, “İşkence Kaydı Tutmadık”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2012, s.7.
[15] Alican Uludağ, “İtinayla İşkence Aklanır”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2012, s.7.
[16] Mesut Hasan Benli, “… ‘Sistematik İşkence’ İddiasına Takipsizlik”, Hürriyet, 21 Nisan 2014, s.19.
[17] Mehmet Menekşe, “İşkencecilerin Mutlu Günü”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2014, s.6.
[18] “Kadınlara Çağrı”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2012, s.6.
[19] Nazan Özcan, “Siz Susun Onlar Anlatsın!”, Radikal, 8 Nisan 2012, s.24-25.
[20] “Çok İşkence Yaptık, Affedin”, Taraf, 5 Şubat 2012, s.13.
[21] Alican Uludağ, “Dosya Ortada Kaldı”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2013, s.8.
[22] İsmail Saymaz, “Cemil Kırbayır’da Skandal Gerekçe: Ceset Yok ki, Dava Açalım”, Radikal, 26 Nisan 2014, s.6-7.
[23] Türker Karapınar, “575 ‘İşkence’ye Rağmen Dava Yok”, Milliyet, 23 Temmuz 2014, s.22.
[24] “12 Eylül İşkencecileri”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2012, s.8.
[25] Alican Uludağ, “Devlet Nezaketi!”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2011, s.5.
[26] Cafer Solgun, “12 Eylül Mahkûm Edildi, Öyle mi?”, Taraf, 23 Haziran 2014, s.8.
[27] Celalettin Can, “78’li Olmanın En Heyecan Verici Yanı…”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2014, s.2.
[28] “Devlet, sınıf karşıtlıklarının uzlaşmazlığının bir ürünü ve tezahürüdür. Sınıflar arasındaki karşıtlıklar nesnel olarak uzlaştırılamadığı ölçüde, her yerde ve her zaman devlet ortaya çıkar. Tersinden söylersek, devletin varlığı, sınıf karşıtlıklarının uzlaşmaz olduğunun bir kanıtıdır.” (Vladimir İlyiç Lenin, Devlet ve Devrim, Türkçesi: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı: 240, Nisan 2009.)